HERKONU FORUM SİTESİ

Herkonu Forum Sitesi'ne Hosgeldiniz.

Büyük Hun İmparatoru Mete FLAPPINGBUTT

Ailemize katilmak ister misiniz ? glsme


Join the forum, it's quick and easy

HERKONU FORUM SİTESİ

Herkonu Forum Sitesi'ne Hosgeldiniz.

Büyük Hun İmparatoru Mete FLAPPINGBUTT

Ailemize katilmak ister misiniz ? glsme

HERKONU FORUM SİTESİ

Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

HERKONU

Similar topics


      Büyük Hun İmparatoru Mete

      reco_54
      reco_54
      Ödüllü Üye
      Ödüllü Üye


      Kayıt tarihi : 12/03/08
      Erkek
      Mesaj Sayısı : 1666
      Burç Sembolü : Terazi / 24 Eylül - 23 Ekim
      Yaş : 53
      Mesleği : Otomativ
      Medeni Durumu : Evli
      Çocuk Sayısı : 1
      Eğitim Durumu : Lise
      Yaşadığı Şehir / Ülke : Bursa
      Resim Resim : ---
      Yasaklanma Sebebi Yasaklanma Sebebi : ---
      Sevdiğim Sözler Sevdiğim Sözler :
      İyi dostu olanın aynaya gereksinimi yoktur.
      Site Puanı Site Puanı : 583
      Rep Puanı Rep Puanı : 81

      Büyük Hun İmparatoru Mete Empty Büyük Hun İmparatoru Mete

      Mesaj tarafından reco_54 Çarş. 26 Mart 2008, 4:56 pm

      METE EFSANESİ


      "Eşimi, atımı verdim, çünkü benimdir!"
      "Toprak verilemez, çünkü devletindir!"

      1. METE'NİN GENÇLİĞİ OĞUZ-HAN'INKİNE BENZİYORDU

      "Büyük Hun İmparatoru Mete'nin bir efsane halinde anlatılan gençliği, Oğuz-Han'ın hayatına benzetilmişti" :

      Mitoloji, tarih değildir. Zaten tarihte olmuş olaylar mitolojinin konusu içine giremezler. Bunlar daha çok, destan sayılırlar. Bir hadisenin mitoloji olabilmesi için, herşeyden önce kahramanının, tarihteki yerinin silinmiş ve unutulmuş olması gerekir. Oğuz Kağan, müslüman olan Türklere göre, babası Kara Han'ı öldürmüş ve onun yerine geçmişti. Zamanımızdan 200 sene önce büyük bir Türk Tarihi yazmış olan bir Fransız bilgini, Oğuz Han'ın Mete olabileceğini söylemiş ve ikisi arasında da bir bağ görmüştü. Bu Fransız bilgininin görüşü, büsbütün de yanlış değildi." Çünkü Mete de, Oğuz-Han gibi babasını öldürmüş ve onun yerine, hükümdar olmuştu."Çin Tarihleri, Mete ile babası arasındaki savaşlar, bir tarih olayı hadisesi gibi anlatıyorlardı. Ama önemli olan nokta, Mete'nin hayatının gençlik çağlarının da, bir efsane olup olmadığı idi. Mete'nin daha sonraki hayatı ve savaşları hakkında, epey şeyler biliyoruz. Tarih kaynaklarından kronolojik olarak kesin bir şekilde verilen bu bilgiler, tarihin ve gerçeğin ta kendileri idiler. Ama bütün tarih boyunca, büyük hükümdarlarla olduğu gibi, Mete'nin hayatının da gençlik çağları, karanlık kalmakta ve bir nevi mitolojiye bürünmüş olarak anlatılmaktadır. Büyük hükümdarların, hemen hemen hepsinin de gençlik çağları, bir mitoloji perdesi arkasında gizlenmiş ve bu devreler, romantik bir şekilde anlatılmıştı. Çinliler, Mete'den sonra Hun'ları ve Ortaasya halklarını, birçok savaş ve temaslar sonunda, çok iyi bir şekilde tanıyabilmişlerdi. Fakat Mete'den önce, Çin kaynaklarında Ortaasya hakkında anlatılan bilgiler, çok karanlıktı. Çinliler bu çağda öyle ki, kendi sınırlarının dışındaki bölgelerden bile haberleri yoktu. Zaten Mete'nin hayatını anlatmağa başlayan Çin tarihleri, üslûp bakımından da mitolojik ve hikâyemsi bir dille konuşuyorlardı. Çin tarihinin üslûbu çok kuru, fakat kronolojik ve kesindi. Zaten bu bilgilerin çoğu, imparatora gelen raporlarla, Çin sarayından çıkan fermanların, kopyalarından başka bir şey değil idiler. Halbuki Mete'nin hayatından Çin tarihleri, âdeta bir Çin romanı gibi söz açıyorlardı.

      "Çin tarihlerinin verdikleri yarım mitolojik bilgilere göre Mete, Oğuz-Han gibi kendi babasını öldürmüştü":

      Ortaasya'da Tuman adlı bir Hun reisi varmış. Bu reisin de Mete adlı büyük bir oğlu bulunuyormuş. Gerek babasının ve gerekse oğlunun adları, Çin tarihlerinde, zaten, Çin işaretleri ile yazılıyordu. İkiyüz sene önce bu işaretler, Mete şeklinde okunmuş ve bizim tarihçilerimiz de bu adı; Mete olarak yazmışlar ve Türkiye'ye yaymışlardı. Bugün Türkiye'mizde, bu büyük Hun İmparatorunu, "Mete" adı ile tanıyoruz. Birçok kimseler de bu adı, maalesef 200 sene önce okunan, böyle yanlış bir okunuşla, kendi adları olarak tanımaktadırlar. Aslında ise bu Çince işaretleri, "Mao-dun" şeklinde okumak gerekiyordu. Kendi hususî metodlarımıza göre, Mete'nin Türkçe adının herhalde "Bahadır" dan başka bir şey olmaması gerekiyordu. Ama ne yapalım ki, bugün Türkiye'miz de bu büyük Hun hükümdarı, Mete adı ile tanınmış ve öyle yayılmıştır...


      Çin tarihlerinde, Mete'nin babasını öldürüşü ile ilgili olay, böyle anlatılıyordu. "Zaten olayların anlatılışından da, bunun bir mitoloji olduğu, açık olarak görülüyordu." Öyle anlaşılıyor ki bu çağda, Hunlar arasında da, buna benzer efsaneler yok değildi. Mete gibi büyük bir hükümdarın ortaya çıkışı, bütün Ortaasya'yı hakimiyeti altına alışı ve ayrıca komşularını da büyük bir dehşet saçısı sebebi ile, Ortaasya'nın eski mitoloji kahramanlarının hususiyetleri, Mete'ye yakıştırılmış ve onun faaliyetlerine uydurulmuştu.

      2. "TÖRE"Yİ BABA BİLE BOZSA, ÖLMELİYDİ

      "Dünya mitolojilerinde "Baba öldürme" olayı, erkek çocukların şuur altlarında saklı hislerin, masallardaki birer görüntüleri halinde kabul ediliyorlardı":

      Aslında ise, "Babalarını öldüren çocuk efsaneleri", insanlığın hayalinde yaşamış, çok eski şuuraltı 'kisleri idiler. Yunanistan'da da "Kral Ödip", babasını öldürmüştü. Tabiî olarak, Türk efsanelerinden haberleri olmayan, Sigmond Freud gibi büyük ruh doktorları, kral Ödip'le ilgili efsaneyi de açıklamaktan geri kalmamışlar ve hatta şuuraltı görüntülerine göre, birçok tedavi şekilleri bile bulmuşlardı. Bizim eski "Rüya Tabirn'meleri" mizde de, bu gibi hislerin açıklanmasına yer verilmiştir. Çünkü onlara göre, erkek çocuğun rüyasında, yeni cemiyetin yasak ettiği bir işe şuuraltında girişmiş olması anormal değildi. Tabiî olarak bu konuları Freud, birazda mubal'ğa etmiş ve büyütmüştü. Ama kendisi, büyük bir ruh doktoru idi. Bu teşhis yolu ile, birçok erkek çocuklarını da tedavi edip, iyileştirmişti. İşte, böyle, cemiyetin yasak ettiği; fakat şuurlatında toplanan istekler ile hisler, kendilerine masallarda gösteriyorlar ve bir mitoloji motifi haline giriyorlardı. Zaten, insaların ulaşamayacakları şeylerin pek çoğu, masallarda olmuş gibi anlatılıyorlardı. Türklerin, Mete ve Oğuz Han efsanelerinin, ne zaman meydana geldiklerini söylemenin, elbetteki imkânı yoktur. Ama öyle anlaşılıyor ki bunlar, tarihten çok önceki çağlarda, belki de insanlığın, henüz daha insanlıklarını bilmediği devirlerde, hissedilmiş ve duyulmuş hayallerden başka bir şey değil idiler. Yukarıdaki açıklamaları yapmakla,"Oğuz Kağan Destanı" nın, kesin olarak Freud'un nazariyesine göre düzenlenmiş olduğunu, söylemek istemiyoruz. Ama Türk Mitolojisine benzer, daha başka mitolojiler de vardır. Bu motifler, Avrupalı'lar tarafından yüzyıllar boyunca işlenmiş ve bir açıklanma yoluna doğru gidilmiştir. Türk Mitolojisi ise, hiç el atılmamış, üzerinde düşünülmemiş ve hatta birçoklarımızın, varlığına bile inanmadığımız bir konudur. Bunun içindir ki, bizden önce söylenmiş ve görülmüş gerçekleri de gözönünde tutarak, kendimize bir metod ve ışık aramak zorundayız.", insanlığın hayalinde yaşamış, çok eski şuuraltı 'kisleri idiler. Yunanistan'da da "Kral Ödip", babasını öldürmüştü. Tabiî olarak, Türk efsanelerinden haberleri olmayan, Sigmond Freud gibi büyük ruh doktorları, kral Ödip'le ilgili efsaneyi de açıklamaktan geri kalmamışlar ve hatta şuuraltı görüntülerine göre, birçok tedavi şekilleri bile bulmuşlardı. Bizim eski "Rüya Tabirn'meleri" mizde de, bu gibi hislerin açıklanmasına yer verilmiştir. Çünkü onlara göre, erkek çocuğun rüyasında, yeni cemiyetin yasak ettiği bir işe şuuraltında girişmiş olması anormal değildi. Tabiî olarak bu konuları Freud, birazda mubal'ğa etmiş ve büyütmüştü. Ama kendisi, büyük bir ruh doktoru idi. Bu teşhis yolu ile, birçok erkek çocuklarını da tedavi edip, iyileştirmişti. İşte, böyle, cemiyetin yasak ettiği; fakat şuurlatında toplanan istekler ile hisler, kendilerine masallarda gösteriyorlar ve bir mitoloji motifi haline giriyorlardı. Zaten, insaların ulaşamayacakları şeylerin pek çoğu, masallarda olmuş gibi anlatılıyorlardı. Türklerin, Mete ve Oğuz Han efsanelerinin, ne zaman meydana geldiklerini söylemenin, elbetteki imkânı yoktur. Ama öyle anlaşılıyor ki bunlar, tarihten çok önceki çağlarda, belki de insanlığın, henüz daha insanlıklarını bilmediği devirlerde, hissedilmiş ve duyulmuş hayallerden başka bir şey değil idiler. Yukarıdaki açıklamaları yapmakla,"Oğuz Kağan Destanı" nın, kesin olarak Freud'un nazariyesine göre düzenlenmiş olduğunu, söylemek istemiyoruz. Ama Türk Mitolojisine benzer, daha başka mitolojiler de vardır. Bu motifler, Avrupalı'lar tarafından yüzyıllar boyunca işlenmiş ve bir açıklanma yoluna doğru gidilmiştir. Türk Mitolojisi ise, hiç el atılmamış, üzerinde düşünülmemiş ve hatta birçoklarımızın, varlığına bile inanmadığımız bir konudur. Bunun içindir ki, bizden önce söylenmiş ve görülmüş gerçekleri de gözönünde tutarak, kendimize bir metod ve ışık aramak zorundayız.

      Türk mitolojisinde, "Türk töresi" ne uymadığı gerekçesi ile, baba öldürme olayları yer alıyorlardı":

      Ortaasya'da söylene gelen efsanelerde büyük kahramanlara, insan üstü hususiyetler verilmek istenmişti. Oğuz Kağan Destanında da, bunun örneklerini pek çok görüyoruz. "Oğuz'un ayağı, ayı ayağı gibi; bileği ise, kurt bileğine benziyordu. Vucûdu, baştan aşağıya tüylerle örtülü idi. Annesinden doğar doğmaz, memeyi ağzına bir defa almış ve sütten bir yudum içtikten sonra da, annesine bir daha yanaşmamıştı. "Çiğ et yiyip, şarap istemeğe başlamıştı". Aşağıda da söyleyeceğimiz gibi, "Türkler çiğ et yemezlerdi". Ama korkunç bir kahraman, onlara göre, çiğ et de yiyebilirdi. Çünkü O, o kadar korkunç ve o kadar bahadır, bir kimse idi:

      "Korkunç bir hakan olsun, çok büyük bir han olsun,

      "Babasını öldürsün, Türk Töresi korunsun".

      Ortaasya efsanelerinde, "Manas Han'ın oğlu Semetey doğmuş ve epeyde büyümüştü. Ama ona hiç kimse bir ad bulamamıştı. Günün birinde yurtta, ansızın "Gök sakallı " bir ihtiyar peyda olmuş ve Semetey-Han'ı kucağına alarak, O'na Semetey adını vermişti. Bundan sonra da bir şiir okumağa başlamıştı. Bu şiirin başında, "Semetey öyle büyük, öyle korkunç bir bahadır olacak ki, babasını bile öldürecek" diye söze başlanıyordu. Bu da, büyük bahadırlığın, bir hususiyeti idi. Çünkü, büyük bir kahraman gerekirse, babasına bile acımazdı ve öyle olması l'zımdı. Ama, Türk Mitolojisinde çok önemli bir nokta vardır. Bunu da, hiçbir zaman unutmamamız l'zımdır: "Ne Oğuz Kağan ve nede Mete, kendi öz ihtirasları için babalarını öldürmemişlerdi". Babalarının öldürüşlerinin tek sebebi, onların "Türk töresine uymamış ve riayet etmemiş olmaları" idi. Çünkü Türk töresine göre taht, Mete'nin hakkı idi. Kendisi Baş-Hatun'dan, yani hükümdarın en asil hatunundan doğmuştu. Eski Türk töresine göre hükümdarlık, ancak onun hakkı olabilirdi. Halbuki, Mete'nin babasının yeni bir cariyesi araya girmişti. Babası zayıftı. Kadının tesirinde kalıyordu, "Töreyi unutuyor" ve asil olmayan bir çocuğu, onun yerine geçirmek istiyordu. Göktürk tarihinde, bunun örnekleri çoktur: Üçüncü Göktürk Kağanı Mohan Kağan'ın, çok değerli bir oğlu vardı. Savaşçılığı ve idaresi ile, Türkler arasında büyük bir ün yapmıştı. Ama annesi, birinci hatun değildi. Onun annesi de asil idi ama; asillik derecesi bir kağan doğurmak için yeterli görülmüyordu. Bu sebeple, Mohan Kağan'ın vasiyeti üzerine, kendi oğlu hükümdar olamamış ve yerine küçük kardeşi geçmişti. Hatta Mohan Kağan: Bir evl'tla baba arasındaki bağ, hiçbir şeyle mukayese edilemez. Ama ne yapayım ki aramızda bir de töre var", şeklinde konuşmak zorunda kalmıştı.

      "Oğul ile babanın, arasına girilmez,

      "Mayasıdır Hakanın, Türk Töresi geçilmez!"

      Oğuz-Han'da babasını öldürmüştü. Türk cemiyeti, Oğuz-Han'ın babasını öldürmesini, doğru ve töreye uygun bir hareket olarak görüyordu. Çünkü babası, Hak dinini kabul etmemiş ve Tanrı yoluna girmemişti. Hatta Oğuz-Kağan destanları, Kara-Han'ın kendi oğlu Oğuz-Kağan tarafından öldürüldüğünü de söylemiyorlardı. Kara-Han, bilinmeyen bir yerden gelen, bir kılıç darbesi ile ölmüştü. Bazıları da, "Kimin attığı bilinmeyen bir ok Kara-Han'ın hayatına son vermiştir", diyorlardı. Bütün bu sözleri altında yatan, bir istek ve bir eğilim görülüyordu. "Kara-Han'ı, oğlu Oğuz Kağan değil; yine Tanrı öldümüştü". Kimden geldiği bilinmeyen bu kılıç darbesi veya ok, Tanrı tarafından atılmış ve Kara-Han da, bu yolla cezalandırılmıştı. Türk destanlarının hiçbiri, Oğuz Han'ın elini, baba kanına bulandırmıyorlardı. Mete'de öyle idi. Mete'nin bizzat kendisi, babasını öldürmemişti. Türklerde ordu, bir milletin sembolü ve gerçek varlığı idi. Mete'nin babasını öldüren oklar, ordu tarafından atılmıştı. Tuman-Han, binlerce ve hatta onbinlerce ok ile ölmüştü. Mete'nin babası, bütün bir milletin okları ile cezalandırılmış ve bu yolla da töre, yerine getirilmişti.

      "Mete ile Oğuz'un, babaları yanılmış,

      "Tanrı vermiş cezayı, oğul yaptı sanılmış..!
      reco_54
      reco_54
      Ödüllü Üye
      Ödüllü Üye


      Kayıt tarihi : 12/03/08
      Erkek
      Mesaj Sayısı : 1666
      Burç Sembolü : Terazi / 24 Eylül - 23 Ekim
      Yaş : 53
      Mesleği : Otomativ
      Medeni Durumu : Evli
      Çocuk Sayısı : 1
      Eğitim Durumu : Lise
      Yaşadığı Şehir / Ülke : Bursa
      Resim Resim : ---
      Yasaklanma Sebebi Yasaklanma Sebebi : ---
      Sevdiğim Sözler Sevdiğim Sözler :
      İyi dostu olanın aynaya gereksinimi yoktur.
      Site Puanı Site Puanı : 583
      Rep Puanı Rep Puanı : 81

      Büyük Hun İmparatoru Mete Empty Geri: Büyük Hun İmparatoru Mete

      Mesaj tarafından reco_54 Çarş. 26 Mart 2008, 6:00 pm

      Mete Han (M. Ö. 209-174)



      Bir ayağı okyanusta, Öbür ayağı Hazar'da olan dev,
      Mete Han'ın ta kendisiydi. Çin duvarında yankılanan ses
      Onun askerinin sesiydi:
      Üze tengri temür çıda, oklar birle bir bulut,
      Başbuğumuz Tanrıkut'tur Tanrıkut'tur Tanrıkut !
      Mete Han’ın babası Teoman Çin yıllıklarında Tan-hu (veya Şan-yü) diye anılmaktadır ki, Hun dilinde imparator ünvanı olan bu tabir basit bir kabile reisi değil, çok önceleri teşekkül etmiş bir devletin başkanı olduğunu gösterir. Üvey anasının teşviki ile babası tarafından veliahtlık hakkının kendisinden alınması teşebbüsü karşısında Mete Han, emrindeki demir disiplin altında yetiştirdiği 10 bin atlı ile katıldığı bir sürek avında Teoman’ı öldurerek Hun Tan-hu’su ilan edildi (M.Ö.209).



      Mete Han, doğudaki Moğol-Tunguz kabileler birliği Tung-hu’ların ısrarla toprak taleplerine savaş ile mukabele ederek onları perişan ettikten ve böylece hakimiyetini kuzey Peçli’ye kadar genişlettikten sonra güney-batıya döndü ve Orta Asya’daki, Hind-Avrupa kökenli oldukları sanılan Yüe-çi’leri yerlerinden oynattı. Bunlar kütleler halinde batıya doğru çekilirken Mete Han güneye yönelerek Huang-ho büyük dirseği içindeki Ordos bölgesini ele geçirdi ve oradan Çin topraklarına girdi. Mai-yi, T’ai-yuan şehirlerini zapt ederek Han sülalesinin kurucusu İmparator Kao-ti’nin 320 bin kişilik, hemen hemen tamamen piyade ordusunu, bozkır usulü sahte ric‘at tâbyesi ile çenber içine aldı (M.Ö. 201). İmparator, vaktiyle Türkler’in yaşadığı bütün toprakların Hun Devletine terki, yiyecek ve ipek verilmesi ve yıllık vergi taahhüdü şartları ile kendini ve ordusunu kurtarmağa muvaffak oldu. Çin ile dostluk havası içinde ticarî münasebetleri geliştirirken Mete Han, İrtiş yatağına kadar olan bozkırları (Kie-kun = Kırgızlar’ın memleketi) ve buranın batısındaki Ting-ling’lerin yerini, bazı eski Ogur (O-k’ut) kolları ile meskun araziyi, kuzey Türkistan’ı zaptetti ve Isık Gölü etrafındaki Vu-sun’ları hakimiyeti altına aldı.

      Bu suretle büyük Hun hükümdarı o çağda Asya kıt‘asında yaşayan Türk soyundan bütün toplulukları kendi idaresinde tek bayrak altında toplamış oluyordu. İmparatorluk sınırlarının Mançurya’dan Aral Gölüne, batı Sibirya’dan Gobi Çölü-Tibet hattına kadar genişlediği bu tarihlerde Hunlar’a tabi olanlar arasında Moğollar, Tunguzlar ve Çinliler de vardı. Mete Han tarafından Çin hükümetine önderilen M.Ö. 177 tarihli mektuptan anlaşıldığına göre Türk devletine bağlı kavimlerin sayısı 26 idi ve bunların hepsi, Tan-hu’nun ifadesi ile “yay geren halk” yani “Hun” olmuşlardı.
      reco_54
      reco_54
      Ödüllü Üye
      Ödüllü Üye


      Kayıt tarihi : 12/03/08
      Erkek
      Mesaj Sayısı : 1666
      Burç Sembolü : Terazi / 24 Eylül - 23 Ekim
      Yaş : 53
      Mesleği : Otomativ
      Medeni Durumu : Evli
      Çocuk Sayısı : 1
      Eğitim Durumu : Lise
      Yaşadığı Şehir / Ülke : Bursa
      Resim Resim : ---
      Yasaklanma Sebebi Yasaklanma Sebebi : ---
      Sevdiğim Sözler Sevdiğim Sözler :
      İyi dostu olanın aynaya gereksinimi yoktur.
      Site Puanı Site Puanı : 583
      Rep Puanı Rep Puanı : 81

      Büyük Hun İmparatoru Mete Empty Geri: Büyük Hun İmparatoru Mete

      Mesaj tarafından reco_54 Çarş. 26 Mart 2008, 6:01 pm

      Mete’nin Ölümü ve Tanhu Ki-Ok Dönemi (M. Ö. 174-160)


      Mete Han M.Ö. 174 yılında öldüğü zaman, mülkî ve askerî teşkilatı ile, iç ve dış siyaseti ile, dini ile, ordusu ve harp tekniği ile, sanatı ile yüksek vasıflı bir cemiyet halinde daha sonra asırlar boyunca Türk devletlerine örnek vazifesi görecek olan, tarihen malum ilk Türk siyasî teşekkülü, “Büyük Hun İmparatorluğu” kudretinin zirvesinde bulunuyordu. Mete Han’ın oğlu Tanhu Ki-ok (M.Ö. 174-160) bu haşmeti muhafaza etmeğe çalıştı.

      Yurtlarından atılan Yüe-çi’lerin Afganistan’da Baktria bölgesinde, vaktiyle İskender tarafından kurulmuş olan Grek hakimiyetine son verdikleri tarihte (M.Ö. 166) kalabalık ordusu ile Çin’e girerek başkenti Ch’ang-an yakınındaki imparator sarayını yakan Ki-ok, bu seferdeki gayesine uygun olarak Çin ile iktisadî münasebetini dostane bir şekilde devam ettirmek için yanlış bir adım attı: Bir Çin prensesi ile evlendi ve bu suretle ileride, Çin ile temasa gelen hemen bütün Türk devletleri bakımından kötü neticeler verecek bir çığır açmış oldu. Çünkü hanedanlar arasındaki bu tür yakınlaşmalar, her zaman Çin'in hile makinesinin harekete geçmesi için fırsat teşkil etmiştir.

      Hun merkezinde Çinli Prensesin himayesinden faydalanan Çin diplomat ve vazifelileri Hun imparatorluğu topraklarında serbestçe gezip dolaşıyorlar, Türkler ve tabi kavimler arasında propaganda yapıyorlar, devleti sinsice kuvvetten düşürmeğe çalışıyorlardı. Bundan başka, ticaret malı olarak memlekete sokulup Hun ileri gelenleri arasında revaç bulan Çin ipeği, lüks zevki yolu ile rehaveti artırmakta idi.
      reco_54
      reco_54
      Ödüllü Üye
      Ödüllü Üye


      Kayıt tarihi : 12/03/08
      Erkek
      Mesaj Sayısı : 1666
      Burç Sembolü : Terazi / 24 Eylül - 23 Ekim
      Yaş : 53
      Mesleği : Otomativ
      Medeni Durumu : Evli
      Çocuk Sayısı : 1
      Eğitim Durumu : Lise
      Yaşadığı Şehir / Ülke : Bursa
      Resim Resim : ---
      Yasaklanma Sebebi Yasaklanma Sebebi : ---
      Sevdiğim Sözler Sevdiğim Sözler :
      İyi dostu olanın aynaya gereksinimi yoktur.
      Site Puanı Site Puanı : 583
      Rep Puanı Rep Puanı : 81

      Büyük Hun İmparatoru Mete Empty Geri: Büyük Hun İmparatoru Mete

      Mesaj tarafından reco_54 Çarş. 26 Mart 2008, 6:02 pm

      Hunların Bölünmesi ve Çi-Çi Han’ın Kahramanlığı


      Hunlar artık eskisi gibi değil idiler. Akınlar durmuş, imparatorluğun zengin kısımlarının yavaş yavaş düşman istilasına uğraması ile devlet geliri azalmaya başlamış, o zamanlara kadar Çin’den vergi ve hediye olarak sağlanan mali destek kesilmişti. İç huzursuzluk, idarecilerle başbuğların arasını açmağa yönelen düşman propagandası ile gittikçe derinleşiyordu. Nihayet Çin, hanedan azasından bazılarını kendine çekmeye muvaffak oldu, bu da prensler arasındaki anlaşmazlığı şiddetlendirdi.

      Çin’in teşvik ve yardımı ile Tan-hu olan Ho-han-ye, kardeşi Çi-çi tarafından tanınmadı (M.Ö. 58). Ho-han-ye’nin Çin’e tabi olma teklifi, Hun danışma kurulunda (devlet meclisi) ağır münakaşalardan sonra reddedildi, fakat Tan-hu’nun iktisadî darlığı gidermek gibi kendince makul sebeplere dayalı fikrinde ısrarı Hunlar’ı ikiye ayırdı. Ho-han-ye Çin himayesini kabul edip halkının bır kısmını Ordos’a gönderirken, tabiiyeti şerefsizlik sayan Çi-çi kendine bağlı kütlelerle birlikte memleketi terk ederek batıya doğru çekildi (M.Ö.54).



      Bir yandan Çin ile uğraşarak, bir yandan da yolu üzerinde, Tarbagatay, Yedi-su havalisindeki Ogur (O-k’ut)’ların İrtiş kaynaklarındaki Tin-ling’lerin, Isık Göl yanındaki Vu-sun’ların mukavemetlerini kırarak geldiği Çu-Talas ırmakları düzlüğünde müstakil devlet kurdu. Fakat bu Orta Asya Hun devleti çok sürmedi, Batı’ya Hun yürüyüşünü adım adım takip eden Çin ordularından başka, adları geçen Türk boyları da yeni devlete karşı idiler.

      Henüz yerleşmemiş, savaş gücü zayıf Hunlar aleyhine birleşmişler ve Çin’e destek olmuşlardı. Dört taraftan hücuma uğrayan Hun Devleti’nin, Çi-çi tarafından yeni inşa ettirilip, sur ile çevrilen başkenti, 70 bin kişilik hasım orduları tarafından kuşatıldı ve yıkıldı.

      Cihanda eşi görülmemiş bir müdafaa yapılmış, kanlı sokak muharebeleri cereyan etmiş, Tan-hu’nun ikametgahında oda oda savaşılmış ve Çi-çi dahil, sarayda bulunan kadın-erkek 1518 kişinin hepsi, Başkentlerinin her köşe başında adım adım vuruşarak Türklük uğruna, devletleri uğruna hayatlarını feda etmişlerdi.
      reco_54
      reco_54
      Ödüllü Üye
      Ödüllü Üye


      Kayıt tarihi : 12/03/08
      Erkek
      Mesaj Sayısı : 1666
      Burç Sembolü : Terazi / 24 Eylül - 23 Ekim
      Yaş : 53
      Mesleği : Otomativ
      Medeni Durumu : Evli
      Çocuk Sayısı : 1
      Eğitim Durumu : Lise
      Yaşadığı Şehir / Ülke : Bursa
      Resim Resim : ---
      Yasaklanma Sebebi Yasaklanma Sebebi : ---
      Sevdiğim Sözler Sevdiğim Sözler :
      İyi dostu olanın aynaya gereksinimi yoktur.
      Site Puanı Site Puanı : 583
      Rep Puanı Rep Puanı : 81

      Büyük Hun İmparatoru Mete Empty Geri: Büyük Hun İmparatoru Mete

      Mesaj tarafından reco_54 Çarş. 26 Mart 2008, 6:03 pm

      HUNLARIN SONU

      M.S. II. asır başlarında Asya Hunları birbirinden ayrı üç bölüm halinde görünüyordu: 1-Balkaş Gölü havalisinde, Çi-çi Hunları’nın kalıntıları, 2- Cungarya ve Barköl havalisinde Kuzey Hunları (bunlar M.S. 90-91 yıllarında ******-Orhun bölgesinden buraya göçmüşlerdi), 3- Kuzey-batı Çin sahasında, Güney Hunları, Moğol soyundan Siyen-pi (H’yen-bi, Hsien-pi)’ler tarafından batıya itilip 216’da hemen tamamen yurtlarından çıkarılırken Güney Hunları da kendi içlerindeki çatışmalar yüzünden tekrar ikiye bölündü ve baskısını artıran Çin, 220’ye doğru bütün toprakları işgal etti. Bununla birlikte Asya Hunları, tabii daha ziyade Çinlileşmiş olarak, 5. asır sonlarına kadar varlıklarını devam ettirmişler ve Çin’in çeşitli bölgelerinde, Tan-hu’lar soyundan gelen bazı kimseler kısa ömürlü küçük devletler kurmuşlardır. Bunlardan üçü: Liu Ts’ung, Hia, Pei-liang. Sonuncu “devlet” de Tabgaç hükümdarı Tai-Wu tarafından nihayete erdirilmiştir.

      Avrupa Hun İmparatorluğu’nun Kurucuları

      Çin sahasında Hun siyasi hayatı tarihe karışmakla beraber, bazı Hunlar Çi-çi iktidarının yıkılmasıyla etrafa dağılmış olarak ve bilhassa Aral Gölü’nün doğusundaki bozkırlara çekilerek varlıklarını devam ettirmişlerdir. Oradaki diğer Türk zümreleri ve 1. asırdan 2. asır ortalarına kadar Çin’den gelen Hun kütleleri ile çoğalan ve uzunca bir müddet sakin bir hayat yaşmak suretiyle güçleri artan bu Hunlar’ın, bilhassa iklim değişikliği sebebi ile batıya yöneldikleri tahmin edilmektedir. Avrupa Hun İmparatorluğu’nu kuranlar bunlardan olmak gerektir.

      Yurt yitirme acısı

      Çağının en büyük, en güçlü imparatorluğunu kuran ve yüzyıllarca hüküm süren Hun Türklerinin elbette yüksek bir medeniyetleri, kendilerine özgü kültür ve sanatları, sözlü yazılı edebiyatları vardı. Hun sanatının, adetlerinin göstergesi olan nice belgeler, bugün dünyanın çeşitli müzelerinde, en çok Leningrad'daki Ermitage (Ermitaj) Müzesi'nde bulunmaktadır. Çünkü Hunlara ait en önemli eserler, bugün Rusya sınırları içinde kalan Doğu Altay'da Balıkgöl yakınındari Pazırık vadisinde bulunmuştur.

      Pazırık: M.Ö.IV. ve III. Yüzyıllarda yaşamış Hun büyüklerine ait mezarların bulunduğu ve Hun sanatından bazı örnekleri zamanımıza ulaştıran kutlu vadi.

      Pazırık vadisinde bulunan kurganlar (Hun büyüklerine ait mezarlar), M.Ö. IV. ve III. yüzyıllara aittir ve Hun sanatını yansıtan örneklerle, adetlerini gösteren belgelerle doludur. Bu vadiden başka diğer yerlerde bulunan kurganların sayısı kırktan fazladır. Ne yazık ki bunların çoğu soyulmuş bulunuyor. Çünkü eski Türkler öteki dünyada hayatın devam ettiğine inanır ve ölen kişi sonraki hayatında faydalansın diye elbisesi, gerekli eşyaları, silahları, binek atı, at koşumları, kadın hizmetkarları ile birlikte gömülürdü.Ölü, mumyalanırdı.

      Kurganlar buzlar altında kaldığı için bozulmadan çıkarılan cesetler de vardı. Ahşap ve deri eşya çoktur. Madenî eşyaların hemen hemen hepsi bronzdandır. Altın eşyalar da bulunmuştur.

      Aralıklı olarak devam eden kazılarda çıkarılan kurganlar, daha çok üzerlerine taş yığılarak yapılmış tepeler ya da höyükler halindedir. Asıl mezar bu tepenin altında, büyük bir odanın içindedir.

      Hunların, Gök-Türk yazısının başlangıcı sayabileceğimiz kendilerine özgü bir yazıları olduğu anlaşılıyor. Fakat bu yazı ile yazılmış uzun metinler henüz ele geçmedi. Sözlü edebiyat (destanlar) daha sonraki devirlerde ve daha sonraki Türk yazısı ve diliyle anlatılmıştır.

      Hun İmparatoru Mete'nin, M.Ö. II. yüzyılda Çin hakanına mektuplar yazdığı, Çin kayıtlarında belirtiliyor. Yine Çin kaynaklarında M.Ö. 119 yılında, Türkçe'den tercüme edilmiş bir sagu (ağıt) yahut türkü dörtlüğü vardır ki, bu Altın Elbiseli Adam'ın mezarından çıkan iki satırlık yazıdan sonra, Türk edebiyatının en eski örneği sayılabilir. Hun Türkleri bu saguyu, Çinlilerle yaptıkları savaşta toprak kaybettikleri zaman ağlayarak söylüyorlarmış.

      Hun Türklerinin Çin yenilgisinden sonra nasıl büyük bir üzüntü duyduklarını da gösterdiği için o sagu'nun Çince'ye tercüme edilmiş parçasını buraya alıyoruz. Şüphesiz bu, Hun ozanlarının kopuzla çaldıkları uzun bir ağıtın sadece dört mısraı idi. Türkler savaş sonrasında ve yoğ törenlerinde bunu söyleyerek ağlıyorlardı. Toprak yitirme acısını duyuran bu sagunun Çince'ye ve oradan Türkçe'ye çevrilen parçası şöyledir:

      Yen-çi-şan dağını yetirdik,

      Kadınlarımızın güzelliğini aldılar,

      Silan-şan yaylalarını yitirdik

      Hayvanlarımızın otlağını aldılar.
      reco_54
      reco_54
      Ödüllü Üye
      Ödüllü Üye


      Kayıt tarihi : 12/03/08
      Erkek
      Mesaj Sayısı : 1666
      Burç Sembolü : Terazi / 24 Eylül - 23 Ekim
      Yaş : 53
      Mesleği : Otomativ
      Medeni Durumu : Evli
      Çocuk Sayısı : 1
      Eğitim Durumu : Lise
      Yaşadığı Şehir / Ülke : Bursa
      Resim Resim : ---
      Yasaklanma Sebebi Yasaklanma Sebebi : ---
      Sevdiğim Sözler Sevdiğim Sözler :
      İyi dostu olanın aynaya gereksinimi yoktur.
      Site Puanı Site Puanı : 583
      Rep Puanı Rep Puanı : 81

      Büyük Hun İmparatoru Mete Empty Geri: Büyük Hun İmparatoru Mete

      Mesaj tarafından reco_54 Çarş. 26 Mart 2008, 6:06 pm

      Hunların Anadolu Akını veya Türklerin Anadolu’ya İlk Gelişleri (395)




      Hunlar Roma İmparatoru I. Theodosius’un ölüm yılı olan 395’de yeniden harekete geçtiler. Bu hareket iki cepheli idi. Hunlar’dan bir kısım Balkanlar’dan Trakya’ya doğru ilerlerken, daha büyük sayıda bir kısım Kafkaslar üzerinden Anadolu’ya yönelmişti. Hun Devleti’nin Don nehri havalisindeki “doğu kanadı” tarafından tertiplenen Anadolu akını Basık ve Kursık adlı iki başbuğun idaresinde idi. Romalıları olduğu kadar Sasanî İmparatorluğunu da telaşa düşüren bu akında Hun süvarileri Erzurum bölgesinden itibaren Karasu, Fırat vadilerini takiben Melitene (Malatya)’ya ve Kilikkia (Çukurova)’ya ilerlemişler, bölgenin en tahkimli kaleleri olan Edessa (Urfa) ve Antakya’yı bir müddet kuşattıktan sonra, Suriye’ye inerek Tyros (Sur)’u baskı altına almışlar, oradan Kudüs’e yönelmişlerdi. Çok süratli cereyan eden bu akınlardan korkuya kapıldıkları için Hunlar hakkında acayip hikayeler uyduran kilise adamlarının dehşet dolu gözleri önünde, sonbahara doğru, kuzeye çark ederek Orta Anadolu’ya, Kappadokia-Galatia (Kayseri-Ankara ve havalisi)’ya ulaştılar ve oradan Azerbaycan-Bakü yolu ile kuzeye, merkezlerine döndüler.

      Bu akın, Türkler’in Anadolu’da, tarihî kayıtlarda sabit ilk görünüşleridir. 398’de daha küçük çapta tekrarlanan bu akınlar karşısında Doğu Roma’nın genç imparatoru Arkadios hiçbir ciddi tedbir alamamıştır.

        Similar topics

        -

        Forum Saati Ptsi 06 Mayıs 2024, 2:14 pm