HERKONU FORUM SİTESİ

Herkonu Forum Sitesi'ne Hosgeldiniz.

sehir efsaneleri(bursa) FLAPPINGBUTT

Ailemize katilmak ister misiniz ? glsme


Join the forum, it's quick and easy

HERKONU FORUM SİTESİ

Herkonu Forum Sitesi'ne Hosgeldiniz.

sehir efsaneleri(bursa) FLAPPINGBUTT

Ailemize katilmak ister misiniz ? glsme

HERKONU FORUM SİTESİ

Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

HERKONU

Similar topics


    sehir efsaneleri(bursa)

    reco_54
    reco_54
    Ödüllü Üye
    Ödüllü Üye


    Kayıt tarihi : 12/03/08
    Erkek
    Mesaj Sayısı : 1666
    Burç Sembolü : Terazi / 24 Eylül - 23 Ekim
    Yaş : 53
    Mesleği : Otomativ
    Medeni Durumu : Evli
    Çocuk Sayısı : 1
    Eğitim Durumu : Lise
    Yaşadığı Şehir / Ülke : Bursa
    Resim Resim : ---
    Yasaklanma Sebebi Yasaklanma Sebebi : ---
    Sevdiğim Sözler Sevdiğim Sözler :
    İyi dostu olanın aynaya gereksinimi yoktur.
    Site Puanı Site Puanı : 583
    Rep Puanı Rep Puanı : 81

    sehir efsaneleri(bursa) Empty sehir efsaneleri(bursa)

    Mesaj tarafından reco_54 Paz 01 Haz. 2008, 3:13 pm

    Cennet Bursa Efsanesi
    [color=red]Cennet Bursa Efsanesi




    Vaktiyle her Süleyman'dan içeri bir Hazreti Süleyman varmış; alnında peygamberlik nuru yanar, başında hükümdarlık tacı parlarmış; Allah ona "mührü Süleyman" derler tılsımlı bir mühür ihsan etmiş; bu sayede dağa taşa hükmeder; kurda kuşa sözü geçermiş... Oturduğu taht desen ne altın, ne fildişi; ya cin, ya peri işi bir tahtırevanmış! Dur derse durur; yürü derse yürür; uç derse uçarmış.Böylece dünyanın dört bir yanını dolanır; ağlayanla ağlar, gülenle gülermiş.

    Günlerden bir gün tahtına kurulur; sağ yanına sağ vezirini, sol yanına sol vezirini alıp havalanır göklere... Dağlar eğim eğim eğilir; yollar erim erim erir; bir göz yumup açıncaya kadar gelir, dağların dağı Uludağ'ın tepeciğine iner, bakar ki, ne baksın! Bu dağın bir kanadı ses, bir kanadı renk; bir kanadı su, bir kanadı ışık!

    Hazreti Süleyman:"Yaratan neler yaratıyor!" diyerek parmağı ağzında kalakalır. Neden sonra kendine gelip sağına döner, sağ vezirine:

    "A benim vezirim; sen çok gezdin, çok gördün; imdi dünya gözüyle bakınca bu yerleri nasıl görüyorsun?" diye sorar.

    Sağ vezir: "Ey benim sultanım, efendim; Allah her güzelliği buraya vermiş ama bunları görüp duyacak, derleyip koklayacak biri olmadıktan sonra neye yarar? deyince, Hazreti süleyman bu söze mührünü basar. Sonra sola dönüp sol vezirine:

    "A benim vezirim; sen çok yaşadın, çok bilirsin; dünyada bu güzelliklerden üstün bir güzellik daha var mı?" diye sorar. Sol vezir da aynı dilden cevap eyleyip:

    "Var sultanım, var! Öyle ya, dal dal ötüşen kuşların sesi güzeldir ama, gönül yaylasını saran insan sesi daha güzeldir... Burcu burcu kokan güller güzeldir ama, hiçbiri gül yanaklar gibi domur domur açılmaz... Şu uçsuz bucaksız mavi su güzeldir ama, bir damla gözyaşının, yanan yüreklere verdiği ferahlığı veremez.. Şu pırıl pırıl gökyüzü güzeldir ama, hiç bir ayın ondördü sultan gibi, ay ile bahsedip gün ile doğamaz..." deyip kesince, Hazreti Süleyman bu söze de mührünü basar ve son sözü kendi alır:

    "Ey benim vezirlerim; ikiniz de ağzı öpülecek adamlarsınız; bu yerlerin bir 'insan' eksiği var. Dediğiniz gibi bu güzellikleri görüp duyacak biri olsaydı, ya dile getirir, ya tele getirir de, böyle kaybolup gitmezdi, bu bir! Üstelik bunlara her güzellikten üstün bir de insan güzelliği katılırdı, bu iki!

    "İmdi, siz de benim bu sözüme bir 'mim' korsanız, şu yaylaları yurt edinelim.. Bir saray yaptıralım, köşkü beraber; içinde bahçesi, suyu beraber... Bu saraya güzeller güzeli Belkıs'ın tahtını kuralım; bu bahçeye de dilediği gülü, bülbülü konduralım ve lakin köşkün anahtarı bende kalsın!"

    Vezir vüzerası mim koymaya kalmaz; dağ taş dile gelip: "Belkıs, Belkıs!" diye inim inim inler...

    Hazreti Süleyman o saatten sonra tezi yok, perilerini başına toplayıp onlara danışacak olur, ama perilerden bir peri, niyetini gözünden okuyup ağızsız dilsiz anlatır ona:

    "Ya Süleyman; 'Can kavmi' derler bir kavim vaktiyle buralarda bir şehir kurmuştu ama 'Cin kavmi' dedikleri kavim de bu şehre göz koymuştu. Bin yıl dövüştüler durdular ya, son sonu ne onlara kaldı, ne bunlara; tufan erişip sular altında kaldı şehir! İşte bu dağın eteğinde gördüğün göller, göl değil, o tufanda göllenip kalmış sudur; o şehir de, sözüm ona, bu göllerden birinin altında yatıp duruyor..." deyince, Hazreti Süleyman mührü Süleymanı basar, vüzerası da birer mim kor bu söze...

    Bunun üzerine su perileri sulara dalar; gölleri boşaltıp can şehrini ortaya çıkarırlar. Dağ perileri de dağlara tırmanır, getirecekleri kadar getirip, mermer taş, mermer direk bir saray kurarlar, köşkü beraber, bahçesi, suyu beraber.

    Periler bu hayhayda iken, Hazreti Süleyman kuşun kanadıyla her yana haberler gönderip cümle ela gözlüleri buyur eder. Nerde var nerde yok, ela gözlüler de gelir, bu şehre yerleşir; Belkıs Sultan da varıp sarayına, tahtına kurulur; şehir şehir olur, saray da saray!

    Sağ vezir bunu sağ gözüyle görür: "Cennet burası!" der; meğer sol vezirin bir kulağı biraz ağırmış; bu sözü "Cennet Bursa!" anlamasın mı?

    O gün bu gün, bu şehrin adı "Bursa" kalır. Şehrin anahtarı kendisinde ya, Hazreti Süleyman da yılda bir kez olsun, felekten bir gün çalıp Bursa'ya gelir, Belkıs Sultan'la murat alıp murat verir.

    Eh fani dünya kimlere kalmış ki onlara kalsın, ömürlerini yakalarına dikmediler ya! Bir gün ikisi de bahtını yellere, tahtını ellere bırakıp bu dünyadan göçüp giderler, ama gel zaman git zaman, Bursa, Bursa olarak kalır.

    sehir efsaneleri(bursa) Cennet_bursa


    En son reco_54 tarafından Perş. 09 Tem. 2009, 8:13 pm tarihinde değiştirildi, toplamda 2 kere değiştirildi
    reco_54
    reco_54
    Ödüllü Üye
    Ödüllü Üye


    Kayıt tarihi : 12/03/08
    Erkek
    Mesaj Sayısı : 1666
    Burç Sembolü : Terazi / 24 Eylül - 23 Ekim
    Yaş : 53
    Mesleği : Otomativ
    Medeni Durumu : Evli
    Çocuk Sayısı : 1
    Eğitim Durumu : Lise
    Yaşadığı Şehir / Ülke : Bursa
    Resim Resim : ---
    Yasaklanma Sebebi Yasaklanma Sebebi : ---
    Sevdiğim Sözler Sevdiğim Sözler :
    İyi dostu olanın aynaya gereksinimi yoktur.
    Site Puanı Site Puanı : 583
    Rep Puanı Rep Puanı : 81

    sehir efsaneleri(bursa) Empty Geri: sehir efsaneleri(bursa)

    Mesaj tarafından reco_54 Paz 01 Haz. 2008, 3:16 pm

    --------------------------------------------------------------------------------

    Sarı Kız efsanesi
    Bir tarihte, Uludağ’ın ya şu, ya da bu yamacında yeşilliklere gömülmüş bir kulübecik, içinde de bir ihtiyar ana, anacağızın da sarı bir kızı varmış. Sarı kızının da sarı bir ineği.. Bu ineğin bir memesinden süt, bir memesinden bal akarmış. Altın saçlı, ayva tenli, yakut dudaklı Sarı Kız, bir gün, aşağıya, sarı ineğin yanına inmiş, yine sütünü içip, balını emecekmiş. Bu sırada derinden derine, inler gibi, dokunaklı donuk bir ses duymuş:

    - Sarı Kız, Sarı Kız! Ha geldim ha geliyorum. Ağlayarak mı geleyim, çağlayarak mı?

    Sarı Kız, ürpermiş, titremiş, soğuk soğuk terler dökmüş, koşmuş anasına, atılmış kucağına. Hüngür hüngür ağlamış. Başından geçenleri bir bir anlatmış. Anası:

    - Bu ses boşuna değil. Var bir hikmeti. Bir daha duyarsan cevap ver. Bakalım ne olur?

    Sarı Kız akşama değin, korka korka ineğinin yanına inmiş. Çevresine bakınmış, kimsecikler yok.. Derken bir uğultu, bir gürültü. Aynı ses:

    - Sarı Kız, Sarı Kız! Ha geldim ha geliyorum. Ağlayarak mı geleyim, çağlayarak mı?

    Toplamış Sarı Kız kendini:

    - Çağlayarak gel, deyivermiş..

    Sen misin bunu diyen? Kayalar çatlamış, taşlar yarılmış. Bir su, bir su çağlamış ki köpük köpük, önünde durulmaz. Sarı kız köpüklere belenmiş, büklüm büklüm sarı saçları çözülmüş, tel tel yayılmış.. Alev alev yüreciği sularda erimiş.

    Sular, onun saçından sarı, onun yüreğiyle sıcakmış.


    İşte Bursa kaplıcalarının efsanesi böyle.. İçerisindeki erimiş kükürt ve kimyasal maddeler yüzünden sarı ve sıcak, bu sular, Yeşil Bursa’nın kehribar güzeli.. Bursa, yüzyıllardır bu güzele hayrandır.
    reco_54
    reco_54
    Ödüllü Üye
    Ödüllü Üye


    Kayıt tarihi : 12/03/08
    Erkek
    Mesaj Sayısı : 1666
    Burç Sembolü : Terazi / 24 Eylül - 23 Ekim
    Yaş : 53
    Mesleği : Otomativ
    Medeni Durumu : Evli
    Çocuk Sayısı : 1
    Eğitim Durumu : Lise
    Yaşadığı Şehir / Ülke : Bursa
    Resim Resim : ---
    Yasaklanma Sebebi Yasaklanma Sebebi : ---
    Sevdiğim Sözler Sevdiğim Sözler :
    İyi dostu olanın aynaya gereksinimi yoktur.
    Site Puanı Site Puanı : 583
    Rep Puanı Rep Puanı : 81

    sehir efsaneleri(bursa) Empty ALTIN TAS EFSANESİ

    Mesaj tarafından reco_54 Paz 01 Haz. 2008, 3:28 pm

    ALTIN TAS EFSANESİ

    Bursa'nın Gemlik ilçesine bağlı Büyükkumla beldesinde çokça anlatılan bir efsanedir bu:ALTIN TAS EFSANESİ.Olay Büyükkumla'nın yakınlarında bulunan ve günümüzde UÇANSU diye adlandırılan şelale bölgesinde geçtiğine inanılan efsane köyün yaşlıları tarafından çokça anlatılır ve efsaneden öte gerçek olduğuna inanılır.İşte ALTIN TAS EFSANESİ:


    Zamanın birinde küçük bir derenin yanında fakir bir köylü yaşıyormuş.Bu köylü geçimini odunculuktan kazanıyor ve her gün düzenli olarak dağlara çıkıp kendine ve geçimine yetecek kadar odun yapıyormuş.Bu zor hayattan sıkılan fakir köylü sürekli fakirliğinden dem vurup sürekli isyan ediyormuş.Zengin ve varlıklı insanlara özenip kendi haline lanetler yağdırıyormuş.Bu şekilde mutsuz yaşam süren fakir köylünün hayatı bulduğu bir kitapla tamamen değişmiş.Cami küllüyesinde bulduğu bu eski kitapta Altın bir tastan söz ediyor ve eğer bu tasın duasını bilirsek ona sahip olabileceğimizi söylüyormuş.Köylü bu eski kitabı alarak hemen eve gelmiş ve okumaya başlamış.Köyün yakınlarında bulunan derenin sonunda bir şelaleden söz ediyor ve bu şelalenin dibinde bulunan bir dipsiz kuyudan bahsediyormuş.Köylü odun yapmak için dağlara çıktığı zaman kitabın tarif ettiği bu şelaleyi hatırlamış ve okumaya devam etmiş.Kitapta bu dipsiz kuyuda bir altın tas olduğunu ve belli duaları okuyunca bu tasın su yüzeyine çıktığını belirtiyormuş.Kakir köylü bir heyecana kapılmış ve bu tasa sahip olmayı aklına koymuş.Kitabı sonuna kadar okuyup bitirince sözü edilen duaları da bulup ezberlemiş.Artık köylünün tek düşüncesi bu altın tasa sahip olup fakirlikten kurtulmakmış.Ve sözü edilen yere gitmeye karar vermiş.
    Gece herkesin uyuduğu bir saatte evden çıkıp elindeki fenerin kısık ışığıyla Uçansu Şelalesinin olduğu bölgeye gelmiş.Kitapta sözü edilen dipsiz kuyuyu şelalenin hemen altında farketmiş.Koyu renk suların dolu olduğu bu kuyunun,halkın inanışına göre,dibi yokmuş.Hatta başka bir inanışa göre bu kuyunun dibi yaklaşık 6 km uzakta bulunan denizden çıkıyormuş.Halkın bu şekilde inançları o kuyudan insanların çekinmesine sebep olmuş ve kimse o kuyuya yaklaşmaya cesaret edememiş.Adamın aklına gelen kuyuyla ilgili bu efsaneler içinin ürpermesine sebep olmuş faka zenginlik hırsı bu korkuyu birden yok edivermiş.İçindeki heyecanla hemen dipsiz kuyunun yanına inen adam diz çöküp duaları ezberden sessizce okumaya başlamış.Gözlerini kapayıp duasını eden adam son sözleri söyledikten sonra gözlerini yavaşça açmış ve gördüğü manzara karşısında adeta büyülenmiş.Saprası som altında kocaman bir tas dipsiz kuyunun üzerinde salınarak yüzüyormuş.Adam heyecan ve hayranlık içinde tası inceledikten sonra onu alıp zengin olmak için tasa doğru uzanmış.Fakat tas hayli uzakta olduğu için daha çok uzanması gerekiyormuş.Bir sopa alıp tasa uzatan adam onu yavaşça kendine doğru çekmeye başlamış.Yavaş yavaş kendine doğru tası sürüklüyormuş.Kıyıa çok az bir mesafe kalmış.Adam artık zenginlik hayalleri kuruyor bu hayallerin verdiği heyecanla tası daha hızlı bir şekilde kendine çekmek istemiş.Fakat ani haraketler yaptığı için dengesini kaybedip dipsiz kuyunun dibi olmayan boşluğuna doğru sürüklenmeye başlamış.Kendini kıyıya çekmek için uğraşmış çokça ama belli bir süre sonra karanlık sularda kaybolmuş.
    Ertesi gün oradan geçen bir oduncu dipsiz kuyunun yanında bir fener ve eski bir kitap bulmuş.Adamdan ise bir daha hiçkimse bir haber alamamış.Altın Tas efsanesi ise dilden dile anlatılır olmuş.

    İşte efsane böyle.Ben bu efsaneyi büyüklerimden çokça dinledim ve her seferinde değişik anlatımlar buldum.Yukarda anlattığım ise en geçerli olan çeşiti.Büyükkumla Köyün'de herkes bu efsaneyi bilir ve çoğu yaşlı bu efsaneye inanır.Şimdi doğa tutkunların uğrak yeri haline gelen Uçan suya her gidişimizde Dipsiz kuyuya bakarım.Ve gerçekten o fakir köylün yaşadıklarını hayal eder ürperirim.Buranın verdiği korkudan mı yoksa efsanenin verdiği korkudan mı bu kıyıda kalmış kuyuya hiç kimse yaklaşmaz.Onun koyu karanlık ve dibi olmadığına inanılan büyüsünden herkes ama herkes bir ürperti duyar.
    reco_54
    reco_54
    Ödüllü Üye
    Ödüllü Üye


    Kayıt tarihi : 12/03/08
    Erkek
    Mesaj Sayısı : 1666
    Burç Sembolü : Terazi / 24 Eylül - 23 Ekim
    Yaş : 53
    Mesleği : Otomativ
    Medeni Durumu : Evli
    Çocuk Sayısı : 1
    Eğitim Durumu : Lise
    Yaşadığı Şehir / Ülke : Bursa
    Resim Resim : ---
    Yasaklanma Sebebi Yasaklanma Sebebi : ---
    Sevdiğim Sözler Sevdiğim Sözler :
    İyi dostu olanın aynaya gereksinimi yoktur.
    Site Puanı Site Puanı : 583
    Rep Puanı Rep Puanı : 81

    sehir efsaneleri(bursa) Empty Karagöz ile Hacıvat

    Mesaj tarafından reco_54 Paz 01 Haz. 2008, 3:37 pm



    Karagöz ile Hacıvat

    Orhan Gazi babası Osman Bey'in anısına o dönem ki başkent Bursa'da büyük bir camii yaptırmaya karar vermiş. Emrindeki bütün mimarları çağırmış huzuruna. "Babam Osman Gazi'nin anısına güzel olduğu kadar görkemli bir camii yapılmasını istiyorum. En güzel projelerinizi yapın getirin bana." demiş onlara. Kısa bir süre sonra bütün mimarlar en güzel projeleriyle Orhan Gazi'nin huzuruna gelirler. Bütün projeleri tek tek inceleyen Orhan Gazi içlerinden en beğendiğinin sahibi mimarı çağırtmış ve ona kusursuz bir işçilik istediğini söylemiş; "Yörenin en iyi ustaların bulacaksın ve en kaliteli malzemeleri kullanacaksın, hiçbir masraftan da kaçınmayacaksın" diye de belirtmiş. Mimarbaşı birkaç gün içerisinde ülkenin dört bir tarafından en iyi ustaları toplamayı, en kaliteli ve güzel malzemelerin getirtilmesini sağlamış ve sultanın huzuruna çıkmış. Mimarbaşı; "Padişahım" demiş, "Yörenin en iyi duvar, demir, ahşap ustalarıyla en becerikli hat sanatçıları ve nakkaşlarını topladım. İnşatta kullanılacak bütün malzemeler kılı kırk yararak seçildi. Biz hazırız, emir verirsen hemen başlamak isteriz bu kutlu işe" Mimarbaşı'nın anlattıklarından son derece memnun görünen Orhan Gazi, " Mimarbaşı beni çok iyi dinle" demiş. "Söylediklerin güzel, hemen başlayabilirsiniz camiyi inşa etmeye ama aç kulaklarını dinle şimdi. Bil ki bu camii benim için çok önemli. Bu yüzden ,her kim ki inşaatın yavaşlamasına veya işlerin aksamasına sebep olursa o an kellesini vurdururum. Şimdi çıkın gidin başlayın camiyi yapmaya."

    İnşaat hemen başlamış tabii ki. Mimarbaşı Kambur Bali Çelebi'yi (Karagöz) demirci ustası, Halil Hacı İvaz'ı da (Hacıvat) duvar ustası olarak görevlendirmiş.

    Bu iki ustayı da işlerini her ne pahasına olursa olsun aksatmamaları için de sıkı sıkı tembihlemiş. Karagöz, mektep okumamış ama inşaatlarda ustaların yanında çalışa çalışa iyice ustalaşmış artık işinin en iyisi olarak anılmaya başlamış cevahir birisiymiş. Tez canlılığı ve hazırcevaplığı yüzünden sürekli başını belaya sokan Karagöz, bu belalardan kıvrak zekasının marifetiyle kurtulmaya çalışırmış. Bu belalar artık onun içinden çıkamayacağı bir hal alınca da yardımına en yakın dostu Hacıvat koşarmış. Hacıvat ise bu yakın dostunun aksine, medrese de eğitim görmüş, her konuda bilgisi olan görgülü ve bilgili birisiymiş. Karagöz'le hemen her konuda sürtüşse de yine de en iyi dostuymuş Karagöz onun.Sultan'ın babası için yaptırdığı inşaat çalışmaları tüm hızıyla sürüyormuş. İşçiler, ustalar, mimarbaşı camiyi sultanlarının istediği şekilde ve zamanda hazır etmek için var güçleriyle çalışıyorlarmış. Mimarbaşı ve ustalar, didişmeleri bütün ülke tarafından bilinen Hacıvat ve Karagöz'ü de birbirlerinden ayrı tutmak için de uğraşıyorlarmış bir yandan. Bu duruma en çok kızanların başında da hiç şüphesiz can dostu Hacıvat'la didişemeyen Karagöz geliyormuş. Gözünü kestirdiği Hacıvat'a mimarbaşı'nın yanında sokulamayan Karagöz, mimarbaşı'nın malzeme almak için şehre gitmesini fırsat bilmiş ve yanına sokulmuş Hacıvat'ın. Hacıvat can dostunu yanında görünce sevinmiş ve ona dönmüş demiş ki;


    - Şuh levendim, şuh pesendim hoş geldin
    - Şule levendim, turp dikenim hoş geldin diye karşılık vermiş Karagöz.

    Hacıvat Karagöz'ün huyunu bildiği için kızmamış ve yine güleç yüzüyle konuşmuş;

    - Şuh levendim, şuh pesendim hoş geldin
    - Kehlelendim, sirkelendim, boş geldim.
    - Samur kaşlı, ok kirpikli hoş geldin
    - Salak kaşlı, bok kirpikli boş geldim
    - Yusuf-ı Beytül Hazenim hoş geldin
    - Yasef'im, bitli avramım boş geldim
    - Ahu gözlüm, inci dişlim hoş geldin
    - Ayı gözlüm, kazma dişlim hoş geldin

    Hacıvat ile Karagöz böyle birbirleriyle atışırlarken bütün diğer işçiler de başlarında toplanmış onların bu keyifli ve eğlenceli didişmelerini izleyip eğleniyorlarmış.İnşaattaki bütün işçi ve ustaların en büyük eğlencesi haline gelmişler zamanla. Artık ne zaman mimarbaşı inşaattan ayrılsa Hacıvat ve Karagöz birbirleriyle atışmaya başlar hale gelmişler. Diğer bütün çalışanlar da etraflarında toplanıp onları izlermiş. Onlar atıştıkça izleyiciler kendilerinden geçer ve bütün yorgunluklarını unuturlarmış. Günlerden bir gün Padişah babası için yaptırdığı caminin inşaatını kontrole gelmiş.Fakat inşaatın istediği hızda gitmediğini görünce keyfi kaçmış ve hemen mimarbaşını çağırtmış.

    Mimarbaşı, padişahın caminin inşaatı konusundaki hassasiyetini bildiği için de korkmuş.

    Padişaha demiş ki " Sultanım nedendir bilmem ama ben malzeme almak, veya başka bir iş için inşaattan her ayrıldığımda işler yavaşlıyor. Bunun sebebini en yakın zamanda öğrenip gereken tedbirleri alacağım.

    " Orhan Gazi sinirlenmiş ama yine de sorunun sebebini öğrenip, çözmesi için mimarbaşının istediği süreyi vermiş ona. Mimarbaşı bir gün yine "ben malzeme almaya gidiyorum" deyip inşaattan ayrılmış ama hemen yakında bir tümseğin ardına gizlenip işçileri izlemeye başlamış. Bir de bakmış ki kendisinin ayrılmasını fırsat bilen Hacıvat ve Karagöz atışmaya başlamışlar ve bütün çalışanlar da onların bu atışmalarını izlemek için etraflarında toplanmış. Mimarbaşı hemen soluğu Orhan Gazi'nin sarayında almış ve padişahın huzuruna çıkmış. Padişaha olup bitenleri ve inşaatın yavaşlamasının sebeplerini anlatmış. Bunu duyan Orhan Gazi çok sinirlenmiş ve derhal bu iki işçinin asılmasını emretmiş."Onlar asılsın ki bu diğer bütün işçilere ders olsun" demiş. Padişahın emri derhal yerine getirilmiş ve Hacıvat ve Karagöz çalıştıkları inşaattan apar topar alınarak asılmışlar hemencecik. Padişahın bu kararı inşaatta olduğu kadar bütün şehirde de büyük bir üzüntüyle karşılanmış. İnsanlar merhametli, şefkatli, halkı ve ulemayı seven padişahlarının böyle bir şey yapmasına çok üzülmüş ve her taraftan bu hoşnutsuzluklarını hissettirmişler padişaha.

    Orhan Gazi de kısa bir süre sonra hatasını anlayıp vicdan azabı duymaya ve yaptığı bu yanlışa üzülmeye başlamış.

    Padişahın bu üzüntüsünü gören Şeyh Kuşteri adındaki uleması sultanının üzüntüsünü hafifletmek için kendince bir yol bulmuş o anda. Başındaki beyaz sarığını çözen Şeyh Kuşteri sarığını açarak mum ışığının önünde germiş. Ayağından çıkardığı çarıklarını da kukla gibi kullanarak sarığın arkasında Hacıvat ve Karagöz'ün atışmalarını taklit etmeye başlamış:

    Hacıvat: Hasretinle beni koyup gidenin, hoş geldin.
    Karagöz: Hasta iken turşu suyu içenim, boş geldin
    Hacıvat: Gel Kargöz, gidelim Göksu'ya yiyelim dolma.
    Karagöz: Sümüklü burnumu ye de, namerde muhtaç olma..
    reco_54
    reco_54
    Ödüllü Üye
    Ödüllü Üye


    Kayıt tarihi : 12/03/08
    Erkek
    Mesaj Sayısı : 1666
    Burç Sembolü : Terazi / 24 Eylül - 23 Ekim
    Yaş : 53
    Mesleği : Otomativ
    Medeni Durumu : Evli
    Çocuk Sayısı : 1
    Eğitim Durumu : Lise
    Yaşadığı Şehir / Ülke : Bursa
    Resim Resim : ---
    Yasaklanma Sebebi Yasaklanma Sebebi : ---
    Sevdiğim Sözler Sevdiğim Sözler :
    İyi dostu olanın aynaya gereksinimi yoktur.
    Site Puanı Site Puanı : 583
    Rep Puanı Rep Puanı : 81

    sehir efsaneleri(bursa) Empty Bursa Ulucami minberindeki sırlar !

    Mesaj tarafından reco_54 Paz 01 Haz. 2008, 3:50 pm

    sehir efsaneleri(bursa) Bursa_11 sehir efsaneleri(bursa) E9e14810 sehir efsaneleri(bursa) C8669f10 sehir efsaneleri(bursa) Bursau10






    602 yıllk bir minber.... Tarihi minber üzerinde güneş ve galaksi sistemleri var. Hem de gezegenlerin büyüklük oranları ve yörüngeleri gerçek oranlarla örtüşüyor....

    1402 tarihinde (Hicri 804) inşa edilen Bursanın tarihi sembollerinden Ulu Caminin minberinin Doğu yakasında (mihraba bakan yüz) Güneş sistemi, Batı yakasında ise Galaksi Sistemi yer alırken evrenin kül olarak tasvir edildiği ileri sürüldü. 602 yıllık tarihi minberdeki şekiller bu tespiti doğrular nitelikte. Hem de minberin her iki yüzünde şaşırtıcı şekilde evrenin haritalarının adeta bir krokisi var. Bu kadar büyük bir tesadüf olabilir mi, yoksa bu minberin banisi gerçekten bir astronomi hayranımıydı?

    İlginç şekillerin sırrını özen kişi Araştırmacı Fevzi Ülgü Alsancak. 1980 yılından bu yana minber üzerinde yaptığı çalışmalarla tarihin derinliklerinde kalan gerçeklere ışık tuttuğunu söyleyen Alsancak, “Alan süsleme motiflerinde simetri yoksa mutlaka bir mesaj vardır ilkesinden yola çıkarak,minberdeki şekiller üzerine yapılan yorumların tutarsız olduğunu söylüyor. Bilim teknoloji ve uzay bilimleri araştırma tekniklerine kafa yoran bir öğretmen olduğunu belirten Ülgü, motifleri dikkatlice incelediğinde minberin mihraba bakan yüzünde güneş sistemini keşfettiğini söylüyor.

    Bursada yayınlanmakta olan Apameia dergisinde yer alan bilgilere göre, minberin gizem ve sırlar içerdiğini iddia eden Ülgü, minberin taşıdığı kıymet ve değerler, açısından şu noktalara dikkat etmek gerekir. Doğu yakası Güneş Sistemi, Batı yakası ise ise Galaksi sistemleri yerleştirilmek suretiyle bir kül halinde kainat sembolize edilmektedir iddiasında.

    Mihrapta yer alan Güneş Sisteminde 9 gezegen var. Bunun da ötesinde gezegenlerin güneşe göre konumlarının ve büyüklükleri gerçek ölçülerle örtüşür oranlarda. Güneş ve gezegenler arasındaki mesafe büyük olduğu için yıldız gezegenlerden farklı olarak 9 damlacıklı kurs olarak işaretlenmiş.



    Ülgü, yine Kündekari sanatının bir özelliği olan parçaların birleşmesiyle oluşan çukur kanal çizgilerinin de gezegenlerin yörüngesini temsil ettiğini söylüyor. Bu yüzeyde yer alan bir başka gizem ise serpiştirilmiş halde yıldız motifleri yer alması ve buların içinda kuyruklu yıldızların da bulunması. Ülgünün dikkat çektiği en önemli detaylardan bir de Plüton gezegenin tek başına ayrı bir platformda ve bir açı farkı ile gösterilmiş olması. Bilindiği üzre güneş siteminin aynı düzlem üzerinde olan ilk 8 gezegeninin aksine Plütao ayrı düzlemde dolanmaktadır.

    Minberin Batı Cephesinde ise 7 adet Galaksi formatı tespit ettiğini söyleyen Ülgü, galaksi platformlarının 5 ayrı renkte sedef kakma ile gösterildiğini söylüyor. Ancak ne yazık ki bugün hatalı boyama teknikleri ile bu önemli detay büyük ölçüde yok edilmiş durumda. Ama kayıtlardan bunu doğrulamak mümkün...

    Ülgü’nin bir diğer iddiası ise minberin her iki yüzünde yer alan 3’lü ve 12’li dolap kapaklarının Türk boylarını temsil ettiği yönünde.

    Sırlarla dolu minberin giriş kapısı üzerinde Murat Han oğlu Yıldırım Beyazıt Hanın emriyle Hicri 804 yılında minberin yapıldığı bilgisi yer alıyor. Ülgü, kayıtlarda minberin ustası ile ilgili çelişkili bilgiler bulunduğuna dikkat çekiyor. Ülgü’ye göre minberi yapan kişi adını tırabzan süsleme motifine göre tırabzanın sağ ikinci sülüsle yazan Devaklı Abdülaziz oğlu Mehmet. Devak Tebriz yakınlarında bir Türk köyü. O tarihte Mülki amir olan Kadızade Rumi efendi, beceri ve bilgi alış verişi için 300 kadar sanat erbabını Tebriz’e göndermiş ve bir o kadar ustayı da oradan Bursa’ya getirmiştir. Oradan gelen Kündekari sanatçılarının başı Abdülaziz oğlu Mehmet’tir. Bu minber de onun ve ustalarının camiye bir hediyesidir.

    Kündekari sanat açısından eşsiz bir değere sahip olan minberin ilginç bir özelliği de 6666 adet abanoz ağacı parçasından vücuda gelmesi. Bu rakamda halk arasında yaygın inaçla Kuran’ı Kerimdeki ayet sayısına tekabül etmektedir....

    O dönemdeki İslam ve Türk alimlerinin matematik ve gök bilimlerine yönelik ilminin Batıya nazaran hayli ilerde olduğu da gö önüne alınırsa Ülgü’nğn tezleri pek de tutarsız değil. Ne dersiniz bütün bu benzerlikler sadece bir tesadüf olabilir mi?
    reco_54
    reco_54
    Ödüllü Üye
    Ödüllü Üye


    Kayıt tarihi : 12/03/08
    Erkek
    Mesaj Sayısı : 1666
    Burç Sembolü : Terazi / 24 Eylül - 23 Ekim
    Yaş : 53
    Mesleği : Otomativ
    Medeni Durumu : Evli
    Çocuk Sayısı : 1
    Eğitim Durumu : Lise
    Yaşadığı Şehir / Ülke : Bursa
    Resim Resim : ---
    Yasaklanma Sebebi Yasaklanma Sebebi : ---
    Sevdiğim Sözler Sevdiğim Sözler :
    İyi dostu olanın aynaya gereksinimi yoktur.
    Site Puanı Site Puanı : 583
    Rep Puanı Rep Puanı : 81

    sehir efsaneleri(bursa) Empty somuncu baba

    Mesaj tarafından reco_54 Ptsi 02 Haz. 2008, 6:35 am

    sehir efsaneleri(bursa) C8218210
    Âlim ve veli bir zattır. Asıl ismi Hamid�dir. "Somuncu Baba" lakabıyla
    meşhurdur. 1349da Kayseri' de doğdu. Şam' a gidip ilim öğrendi. Orada pek çok
    velinin sohbetlerine katıldı. Manevi yol ile Bayezid-i Bistami' den feyz aldı.
    Tebriz yakınlarında Hâce Alâeddin-i Erdebili�den ilim öğrendi. Tasavvufta üstün
    derecelere kavuştu. Hâce Erdebili, bir gün Hamid-i veli' ye; "Artık öğrendiğin
    ilmi, insanlara öğretmek üzere Anadolu' ya git" buyurup, ona izin verdi...
    Somuncu Baba,
    Tebriz' e ve oradan da Anadolu' ya gelip, Bursa' ya yerleşti. Hacı Bayram-ı veli,
    sık sık Bursa' ya gelip onu ziyaret ederdi. Bursa' da ilmini kimseye söylemedi.
    Halk içinde Hak ile olmaya gayret etti. Bir fırın yaptırdı. Fırınına merkebiyle
    dağdan odun getirir, onunla ekmek pişirirdi. Somun satarak geçimini sağlardı.
    Halk, buna "Somuncu Baba" der ve pişirdiği ekmeğin lezzetine doyamazdı. Fırını,
    Ali Paşa Çınarı civarında olup, iki gözlü idi. Fırının bitişiğinde de, ibadet
    ettiği bir odası vardı.

    Yıldırım Bayezid han, Bursa' da Ulu Camiyi
    yaptırırken, çalışan işçilerin ekmek ihtiyacını Somuncu Baba temin etti. Caminin
    yapılması bittikten sonra, bir Cuma günü açılış merasimi yapıldı. O gün başta
    Yıldırım Bayezid han, damadı Seyyid Emir Sultan, Molla Fenari, ulemadan pek çok
    kimse Ulu Camiyi doldurdu. Padişah, caminin açılış hutbesini okumak üzere Emir
    Sultan' a vazife verdi. O da "Sultanım! Zamanın büyük âlimi burada iken, bizim
    hutbe okumamız uygun değil. Hutbeyi okumaya layık zât şudur" diyerek, Somuncu
    Baba' yı gösterdi.

    Somuncu Baba, Padişahın emri üzerine minbere giderken
    Emir Sultan' ın yanına gelince; "Emir' im, niçin beni ele verdin?" dedi. O da; "Bu
    işe senden daha layık olanı yok" dedi. Bu konuşmaları dinleyen cemaat, Somuncu
    Baba' nın hutbesini merakla bekliyordu. Somuncu Baba, hutbede; "Bâzı âlimlerin,
    Fatiha-i şerifenin tefsirinde anlayamadığı kısımlar vardır. Onun için bu surenin
    tefsirini yapalım" buyurarak, Fatiha suresinin, yedi türlü tefsirini yaptı.
    Herkes şaşırıp kaldı. Molla Fenari hazretleri; "Somuncu Baba, önce bizim Fatiha
    suresindeki müşkülümüzü halletti. Onun büyüklüğüne, bu yedi çeşit tefsir
    kâfidir" dedi.

    Namazdan sonra bütün cemaat, Somuncu Baba' nın elini öpmek
    istedi. Onların bu arzusunu kıramayıp, kapıda durdu. Caminin üç kapısından çıkan
    herkes; "Ben Somuncu Baba' nın elini öptüm." diyordu. Somuncu Baba, Allahü
    teâlânın izniyle her üç kapıda da aynı anda bulunarak herkese elini öptürmüştü.
    Molla Fenari' nin, ondan aldığı feyiz ile yazdığı tefsirini âlimler çok beğenmiş,
    muteber bir tefsir olduğunu söylemişlerdir.

    Somuncu Baba, durumunun
    anlaşılması üzerine, bir sabah erkenden, birkaç talebe ile yola çıktı. Aksaray' a
    geldi. 1412�de, bir gün tanıdıkları ile helalleşti. İki rekat namaz kıldı. Uzun
    bir duadan sonra kelime-i şehadet getirerek vefat etti.
    reco_54
    reco_54
    Ödüllü Üye
    Ödüllü Üye


    Kayıt tarihi : 12/03/08
    Erkek
    Mesaj Sayısı : 1666
    Burç Sembolü : Terazi / 24 Eylül - 23 Ekim
    Yaş : 53
    Mesleği : Otomativ
    Medeni Durumu : Evli
    Çocuk Sayısı : 1
    Eğitim Durumu : Lise
    Yaşadığı Şehir / Ülke : Bursa
    Resim Resim : ---
    Yasaklanma Sebebi Yasaklanma Sebebi : ---
    Sevdiğim Sözler Sevdiğim Sözler :
    İyi dostu olanın aynaya gereksinimi yoktur.
    Site Puanı Site Puanı : 583
    Rep Puanı Rep Puanı : 81

    sehir efsaneleri(bursa) Empty Emir Sultan hazretleri

    Mesaj tarafından reco_54 Ptsi 02 Haz. 2008, 6:40 am

    XIV. yüzyılın sonlarına doğru, Bursa ufuklarında yeni bir bilim ve irfan güneşinin parladığı görüldü. Bu güneş, daha sonra Emir Sultan adını alan Buhara’lı bir Türk bilginiydi.

    Asıl adı Şemseddin Mehmed olan Emir Sultan, 1368 yılında, Ortaasya'da Buhara'da doğmuştu. Devrin çeşitli bilgilerini öğrenmiş, bu arada tasavvufla da uğraşmıştı. Emir Sultan, Orta Asya'daki birçok bilgin ve fikir adamı gibi, Anadolu'da, Selçuklularla birlikte kökleşen, Türk kültürüne, Türk düşünce hayatına hizmet etmek ve katkıda bulunmak üzere, Anadolu'ya göçmeyi tasarlamış, bu amaçla yola çıkmıştı. Buhara’dan Mekke'ye ve Medine'ye geldi. Buradan da Bağdat yolu ile Anadolu’ya geçti.

    Anadolu o yıllarda, bölge bölge, Anadolu beyliklerinin idaresindeydi. Artukoğulları, Karamanoğullan, Hamidoğulları, Germiyanoğulları, Osmanlılar gibi, kurucularının adlarıyla anılan bu beylikler, çoğu zaman sınır anlaşmazlıkları yüzünden birbirleriyle çatışmakta ve Anadolu'daki Türk birliğini bozmaktaydılar. Bu beylikler arasındaki dostluk ve kardeşliği, birlik ve beraberliği sağlamakla manevi olarak görevli olduğunu söyleyen Emir Sultan bu konuda çabalar sarf etmiş, yanında kendisine inanan ve yolunu izleyen müridleri olduğu halde, Anadolu Beylerinden çoğunu ziyaret etmişti. Bir süre Karaman'da ve Kütahya'da oturdu. Daha sonra İnegöl'e geldi. Son durağın Bursa olacağını söylüyordu. Bursa'ya gelerek Gökdere yöresine yerleşti.

    Bursa, o yıllarda Osmanlı Devleti'nin başkentiydi. Osmanlı tahtında Yıldırım Beyazıd bulunuyor, özellikle Rumeli'ye yeni seferler hazırlıyordu. Devrin ileri gelen bilginlerinden Ebu Hamid Hamideddin, Molla Fenarî de Bursa'ya yerleşmişlerdi. Bir bilim, fikir ve sanat ortamı vardı Bursa'da... Emir Sultan, bu ortamdan faydalanmayı uygun buldu. Gökdere'de bilim ve tasavvuf yolunda irşadlarına başlamış, çevresinde büyük bir kalabalık toplanmıştı.

    Şöhreti, kısa sürede saraya kadar ulaştı. Yıldırım Beyazıd, bu olgun bilgini birkaç kez ziyaret etmiş, sohbetlerinden hoşlanmış, kızı Hundi Fatma Hatunu okutması için ricalarda bulunmuştu. Hundi Fatma Hatun gönül sahibi, şair ruhlu, tasavvufa meyli olan yetişkin bir sultandı. Bir süre sonra gönülcüğü, hocasının gönlüne bağlanmış, gözü başka şey görmez olmuştu. Bunu öğrenen Beyazıd, kızını hemen Emir Sultan'a nikâhlayarak, bu tanınmış bilgini damat edindi.

    Bursa'da bir bilim kandili, şimdi ışıklarıyla tüm Osmanlı ülkesini aydınlatan bir meşale olmuştu. Emir Sultan, Yıldırım Beyazıd'a, idaresinde adaletli olmayı ve Türk birliğini kurmayı öğütlüyor, seferlerine, kendi adamları ile birlikte bizzat katılıyordu. Yıldırım'm Timur ile yaptığı Ankara Savaşı'nda, Emir Sultan da esirler arasındaydı. Timur, Emir Sultan'la görüşmüş, Onun bilgisi karşısında hayranlığımı gizleyemeyerek, Bursa'ya dönmesine izin vermişti.

    Emir Sultan, İkinci Murad zamanında da Osmanlı Sarayında saygı görmüş, 1422 yılı İstanbul kuşatmasına katılmış, ordunun manevî desteği ve gücü olmuştu. Anadolu artık tümden bir Osmanlı ülkesi oluyor, dağınık beylikler Osmanlı idaresinde toplanıyordu. Emir Sultan, sözleri ve öğütleriyle, Anadolu'nun, aydınlık getiren, özü-sözü doğru bir mürşidi olmuştu.

    Emir Sultan, 1429 yılında 63 yaşındayken Bursa'da öldü.

    Hanımı Hundi Hatun çok sevdiği eşi Emir Sultan için bir türbe, bir de cami yaptırmıştı. Bugün Bursa'yı süsleyen şaheserlerden biri de Emir Sultan Camiidir. 1795 yılında zelzeleden zarar gördüğü için Sultan Üçüncü Selim tarafından yeniden yaptırılmış, çevresi, medrese, hamam, misafirhane gibi hayır eserleriyle donatılmıştır. Emir Sultanın türbesinde, Emir Sultanla birlikte, hanımı Hundi Hatun'un ve üç çocuğunun mezarları vardır.

    Bursa'nın buğulu peyzajı içinde Emir Sultan Külliyesi, bir kültür ve sanat anıtı olarak yükselir. Her gün yüzlerce insan Emir Sultanı ziyaret ederek, gönüllerini yıkar, ruhlarını serinletirler.

    sehir efsaneleri(bursa) 6bea8e10
    reco_54
    reco_54
    Ödüllü Üye
    Ödüllü Üye


    Kayıt tarihi : 12/03/08
    Erkek
    Mesaj Sayısı : 1666
    Burç Sembolü : Terazi / 24 Eylül - 23 Ekim
    Yaş : 53
    Mesleği : Otomativ
    Medeni Durumu : Evli
    Çocuk Sayısı : 1
    Eğitim Durumu : Lise
    Yaşadığı Şehir / Ülke : Bursa
    Resim Resim : ---
    Yasaklanma Sebebi Yasaklanma Sebebi : ---
    Sevdiğim Sözler Sevdiğim Sözler :
    İyi dostu olanın aynaya gereksinimi yoktur.
    Site Puanı Site Puanı : 583
    Rep Puanı Rep Puanı : 81

    sehir efsaneleri(bursa) Empty okcu baba

    Mesaj tarafından reco_54 Ptsi 02 Haz. 2008, 6:48 am

    sehir efsaneleri(bursa) D780dd10
    okcu baba turbesiŞehrin panaromik olarak en iyi gözlemlenebildiği yerlerden biriside Tophane olarak anılan mevki.Famoradan batıya yöneldiğinizde Timurtaş Paşa ve Okçu Baba türbelerini ilk olarak görürsünüz.Timurtaş Paşa ismindende anlaşılacaüı üzere kuruluş devri komutanlarından.Okçu Baba ise hayatı,özellikle de ölümü ile dinlenmeye değer bir hikayeye sahip.Bu zat Bursanın kuşatması sırasında ordunun ok ihtiyacını önemli ölçüde gidermiş. Sanıldığının aksine yay ve özellikle ok yapımı oldukça zorlu,zaman alan ve pahalı bir süreci içermekte.Özellikle Türkler gibi göçebe toplumların okçulukta bu denli ileri gidebilmeleri inanılmaz bir olay.Kaliteli bir okun niteliklerine kavuşabilmesi asgari elli yıl aldığı varsayılmakta.Bu süreyi göz önünde bulundurduğunuzda okçu Babanın işlevi iyice ortaya çıkmakta.

    Neyse konudan sapmadan Okçu Babanın Robin Hoodvari ölüm ritüelinden bahsedelim.Ölüm döşeğindeki Okçu Baba son bir gayretle o devirlerde Keşiş Dağı olarak anılan Uludağın zirvesine tırmanarak yayını gerer.Okun düştüğü yere gömülmek istediğini söyler,kirişi bırakıp ve canını oracıkta verir.Vasiyeti yerine getirilir ve savrulan okun düştüğü yere,günümüzdeki türbesinin biraz ötesine defnedilir.Zamanla 1860'lı yıllarda yaşanan depremde türbe şimdiki yerine tekrar inşa edilir.

    Zaten Bursa bir evliyalar şehri.Aziz Mahmut Hüdainin hikayesini Üsküdardan bahsederken anlatmıştık. Hikayenin diğer kişisi olan Üftade Hazretlerinin türbesi de ,camiside,dergahı da Bursada. Ayrıca yakınlarda Somuncu Babanında türbesi yer almakta.Somuncu Baba savaş ve kıtlık zamanlarında halka hiç bitmeyen bir kaynaktan temin ettiği ekmekleri dağıtan bir evliya.

    Hafif meyilli yolu tırmanırken Bursanın onarılan surlarınıda görebilirsiniz. Orjinal taşlar yine siyah boyayla numaralandırılarak markalanmış. Bir Allahın kulu bu boyanın çıkmayacağını akıl edemedi mi şaşılacak bir konu. Ana sur kapısından içeri girdiğinizde ki bu kapıya Hünkar Kapısıda denmekte eski Bursa evlerinden pek çoğunu görme şansınız olmakta.
    reco_54
    reco_54
    Ödüllü Üye
    Ödüllü Üye


    Kayıt tarihi : 12/03/08
    Erkek
    Mesaj Sayısı : 1666
    Burç Sembolü : Terazi / 24 Eylül - 23 Ekim
    Yaş : 53
    Mesleği : Otomativ
    Medeni Durumu : Evli
    Çocuk Sayısı : 1
    Eğitim Durumu : Lise
    Yaşadığı Şehir / Ülke : Bursa
    Resim Resim : ---
    Yasaklanma Sebebi Yasaklanma Sebebi : ---
    Sevdiğim Sözler Sevdiğim Sözler :
    İyi dostu olanın aynaya gereksinimi yoktur.
    Site Puanı Site Puanı : 583
    Rep Puanı Rep Puanı : 81

    sehir efsaneleri(bursa) Empty "Üftade hazretleri"

    Mesaj tarafından reco_54 Ptsi 02 Haz. 2008, 6:58 am

    sehir efsaneleri(bursa) 9b4d2010
    ÜFTÂDE HAZRETLERİ



    Osmanlı pâdişâhlarından Kânûnî Sultan Süleymân Hân zamânında, Bursa'da yaşayan büyük velîlerden. 1490 (H.895) senesinde Bursa'da doğdu. İsmi Muhammed olup, babası Manyaslı Mehmed Efendidir. Üftâde lakabıyla meşhûr oldu. Bursa'nın çeşitli câmilerinde müezzin ve imâm olarak vazife yaptı. 1581 (H.989) daBursa'da vefât etti.

    Muhammed Üftâde yeni doğduğunda, annesi bir rüyâ gördü. Çocuğu büyük bir süt deryâsında yüzüyordu. Telâşla uyanıp, rüyâyı kocasına anlattı. O da; "Oğlumuz büyüyünce, inşâAllah(c.c.) çok büyük bir âlim ve velî olacak." diye tâbir etti.

    Mehmed Efendi, daha küçük yaşta bulunan oğlu Muhammed Üftâde'yi, ipek satan bir tüccarın yanına çalışmaya verdi. Muhammed Üftâde, orada çalışmaya başladı. Fakat bir hafta içinde, ustası ve babası vefât edince, çocuk yaşta âilesinin geçim yükünü omuzuna aldı. Hem çalışıyor, annesinin ve kardeşlerinin kimseye muhtâc olmadan geçinmelerini sağlıyor, hem de boş zamanlarında Bursa'daki medreselere gidip gelerek, zâhirî ilimleri öğrenmeye gayret ediyordu. Seneler sonra, zâhirî ilimleri öğrenerek, Bursa Ulu Câmiinde müezzinlik yapmaya başladı. Sonra Doğan Bey Câmiine imâm oldu. Senelerce bu vazifeyi yaparak, insanların ibâdetlerini doğru yapmasına vesîle oldu. MuhammedÜftâde'nin, Ulu Câmii medheden bir beyti, câminin batı kapısı çevresinde hâlen yazılıdır. Arabî olan beyt şöyledir:

    "Yâ câmi'al-kebîr ve yâ mecma'alkibâr,
    Tûbâ limen yezûrüke fil-leyli vennehâr."

    Mânâsı:

    Ey Ulu câmi! Ey büyüklerin toplandığı yer!

    Seni gece-gündüz ziyâret edenlere olsun müjdeler!

    Osmanlı Sultânı Üçüncü Murâd Hân ileÜftâde, bir gün sohbet ediyorlardı. Bir ara Üftâde, görünüşte lüzûmsuz bir takım el kol hareketleri yapmaya başladı. Mübârek yüzünün rengi, hâlden hâle giriyordu.Sonra eliyle bir yer sıvarmış gibi yaptı. Pâdişâh, âniden yapılan bu hareketlere önce bir mânâ veremedi. Sonra Üftâde'nin elinin siyahlaştığını görünce; "Efendi hazretleri! Niçin böyle hareketler yapmaya başladınız! Elinizin siyahlaşmasına sebep nedir?" diye sordu. O da; "Sultânım! Tebeanızdan bir balıkçı tayfası Karadeniz'in sularında balık tutuyordu. Tekneleri su alacak şekilde delindi. Bizden yardım istedikleri için biz de imdâdlarına yetişerek, teknelerini tâmir ettik. Bu sebeple elimiz karardı. Elhamdülillah müslümanların boğulmaktan kurtulmasına vesîle olduk." buyurdu.

    Üftâde hazretleri, bir gün katırına binmiş evine giderken, önüne ihtiyâr bir zât çıkıp, borçlu olduğunu, yaşlılık sebebiyle çalışamadığını, bu sebeple de borcunu veremediğini bildirdi. Sonra da bir miktar para istedi. Üftâde, adamın hâline acıdı ve; "Kimseye söylemezsen borcunu vereyim." buyurdu. Adam söz verince, Üftâde; "Şu taşı kaldır ve altındakileri al!" dedi. Adam taşı kaldırdı. Altındaki bir miktar parayı görünce, hayret ederek hepsini cebine doldurdu. Üftâde hazretlerine teşekkür ederek ayrıldı. Parayı saydığında, tam borcu kadar olduğunu gördü. Alacaklıya gidip borcunu verdikten sonra, tamâh ederek tekrar o taşın yanına geldi. Büyük bir heyecanla taşı kaldırdığında, hiçbir şey bulamadı. Bu işin, Üftâde'nin bir kerâmeti olduğunu anladı. Huzûruna giderek talebesi olup, sohbetiyle şereflendi.

    Muhammed Üftâde hazretleri, 1581 (H.989) senesinde Bursa'da hastalandı. Talebelerini başına toplayıp, onlara son nasîhatlerini yaptıktan sonra, Kelime-i şehâdet getirerek vefât etti. Sağlığında kendi yaptırdığı câminin bahçesine defnedildi. Mezarının üzerine türbe yapıldı.
    BURSA'DAN KÂBE'Yİ SEYRETTİ

    Bir ikindi vaktinde, MuhammedÜftâde'nin yanına yaşlı bir kimse geldi. "Efendim! Bu sene çocuklarımla birlikte hacca gitmiştik. Vazifelerimizi yaptıktan sonra, maddî gücüm olmadığı için onları getiremedim. Yanlarına bir mikdar para bıraktıktan sonra, kendim geldim. Eğer onları buraya getirmek mümkünse, getirmenizi istirhâm edecektim." diye yalvardı. Üftâde de; "Sağlığımda kimseye söylemezseniz getirelim." buyurdu. Hacı da söylemeyeceğine söz verince, Üftâde hazretleri adamın yönünü kıbleye doğru çevirdikten sonra; "Şimdi bakınız! Kâbe-i muazzamanın yanındaki namaz kılan şu kimseler hanımın ve çocukların değil mi?" buyurdu. Adam hayretle binlerce kilometre uzakta bulunan Kâbe'nin yanındaki çocuklarını gördü. Üftâde, namaz kılan çocuklara hitâb ederek; "Annenizle birlikte, Harem-i şerîfin dışındaki deveye binip acele geliniz!" buyurdu. Çocuklar, namazlarını bitirir bitirmez annelerini aldılar ve dışarı çıktılar. Dışarda bir devenin beklediğini gördüler. Üçü birden deveye binip Bursa'ya doğru sürdüler. Devenin her adımı, gözün görebildiği uzaklığı katediyordu. Kısa bir zaman sonra deve, çocuklarla birlikte yanlarına geldi. Üftâde, deveye bir şeyler söyleyince, birden kayboldu. O, hacıya da; "Bunu sakın kimseye söyleme!" diye tekrâr tenbih eyledi.

      Forum Saati Perş. 02 Mayıs 2024, 6:43 pm