NEDİR? --------> NEDEN? --------> NASIL? --------> ÇÖZÜM! ■ Sosyal fobi, ırsiyetin orta derecede katkıda bulunduğu bir hastalıktır. Akrabaları arasında sosyal fobik olan kişilerin bu hastalığa yakalanma riski bir miktar daha yüksektir. Korkulan durumdan kaçma davranışı genellikle çok belirgindir. Tam bir sosyal yanlızlığa yol açabilir. Başlangıç yaşı sosyal fobide çok erkendir. Hastaların %40’ında başlangıç yaşı 10’un altındadır. Hastaların %95’inde ise başlangıç 20’nin altındadır. Okul fobisi olan çocukların %40’ında ise sosyal fobi olduğu belirtilmektedir.
■ Sosyal fobinin başlama yaşının erken olması ciddi sorunlar doğurur. Okul başarısı etkilenir. Bazıları okulu bırakmak zorunda kalır. Yine bir çok psikiyatrik rahatsızlığın ortaya çıkmasına da yol açabilir. Bunların içinde en önemlisi depresyon, alkol bağımlılığı ve ilaç bağımlılığıdır. Özellikle batılı ülkelerde yapılan çalışmalarda sosyal fobide alkol kullanımı normal toplum bireylerine oranla 2,5 kat daha yüksek bulunmuştur. Bu da alkolün süper egoyu baskılaması daha rahat davranmayı sağlaması ile açıklanabilir ki bu durumda zamanla alkol bağımlılığı riskini artırmaktadır. Alkolikler arasında yapılan bir çalışmada sosyal fobi görülme sıklığının normale oranla 9 kat fazla olduğu tespit edilmiştir. İntihar düşünceleri ve girişimleri sosyal fobide yaşanan sıkıntıya bağlı olarak sık görülmekle birlikte sosyal fobiye başka psikiyatrik rahatsızlıklar ilave olduğunda daha da artmaktadır. Dolayısıyla sosyal fobi bir an önce tanınmalı ve tedavi edilmelidir.
■ Sosyal fobiklerin beyinlerinde bir takım kimyasal ve elektriksel bozukluklar olduğu, yapılan incelemeler sonucunda anlaşılmıştır. Bazı ilaçların sosyal fobi tedavisinde oldukça etkili olması, sosyal fobinin temelde “beyinde faaliyetinde bir bozukluk” olduğu tezini doğrulamaktadır.
Sosyal fobinin genellikle utangaç, çekingen, kendine güveni düşük, reddedilmeye duyarlı, ama başkaları üzerinde olumlu intiba bırakma arzusu duyan kişilerde ortaya çıktığı düşünülmektedir. Bu kişiler başkaları tarafından beğenilmediklerinde bunun değer ve sosyal mevki kaybına yol açacak bir felaketle sonuçlanacağını inanırlar.
■ Yani sosyal fobi, bazı kişilik özellikleri zemininde ve bazı ailelerde daha kolay gelişen bir beyin hastalığıdır.
Gerçekte bizi olaylar değil, olaylara yüklediğimiz anlam etkiliyor. Bakış açımız algılamamızı değiştiriyor ve biz gerçeği büyük ölçüde olduğu gibi değil, olduğumuz gibi görüyoruz.
■ Kendimiz hakkındaki inanç ve düşüncelerimiz sonucun belirlenmesine katkıda bulunuyor. Hatta sırf inançtan kaynaklanan fizyolojik sonuçlar ortaya çıkabiliyor. Örneğin domatese alerjisi olan birine -gerçekte olmadığı halde- yediği yemekte domates olduğu söylendiğinde sanki gerçekten de domates yemiş gibi tepki gösterebiliyor; sadece domatesi yediği inancı onda alerjik reaksiyona -mesela kaşıntıya- neden olabiliyor. Ve benzer şekilde Sosyal Fobi’li de örneğin -belki de gerçekte öyle olmadığı halde- insanların onu olumsuz değerlendirmelerde bulunarak incelediği zannına kapılabiliyor ve bedeninin bu duruma tepki göstereceğini zannettiği için de belirtiler gerçekten de ortaya çıkabiliyor.
■ Sosyal Fobi’lilerin değiştirmeleri gereken hatalı inançları var. Bunlar olumsuz beklentileri doğuruyor. Olumsuz beklentiler de istenmeyen sonuçları... Sosyal Fobi’li muhtemelen mükemmeliyetçidir; hiç hata yapmaması gerektiğine inanır. Hata yaparsa başkalarının onu onaylamayacağını sanır. Tehlikeyi de çoğu kez yanlış algılar. İstenmeyen sonucun gerçekleşme olasılığını ve gerçekleştiği takdirde ortaya çıkabilecek durumun şiddetini zihninde çarpıtıp abartır. Olumsuz varsayımlarda bulunur. Sonu kötü biten senaryolar yazar. Bu desteklerle hatalı inançlarını güçlendirip istenmeyen sonuçlara davetiye çıkarır.
■ Örnek üzerinde düşünecek olursak; Sosyal Fobi’li konuşurken hiç hata yapmaması gerektiğine, eğer hata yaparsa rezil olacağına ve muhatabının gözünde değerinin düşeceğine inanır. Bu inançları onu olumsuz beklentilere sürükler: "Büyük ihtimalle yine aptalca bir şey söyleyeceğim ve kaygılanacağım. Belirtiler de gün gibi ortaya çıkacak. Kaygılanırsam ve bunu fark ederlerse rezil olurum; bir daha asla orada bulunamam." Ve kehanet kendini gerçekleştirir. (Çünkü beyin odaklanılan sonuç için çalışır -olumsuz bile olsa!) Konuşurken hata yaptığı, yani ona göre olmaması gereken bir şey olduğu için de kendisini eleştirir, hata yapmayı doğal karşılamak yerine bir dahaki sefere asla öyle hatalar yapmaması gerektiğini tekrar telkin eder kendisine.
■ SF bir kez ortaya çıktıktan sonra kısır döngü süreci şöyle işleyebilir: Sosyal Fobili korktuğu ortamlarda bulunmaktan kaçınır. Kaçındıkça özgüveni azalır, korkusu artar. Korkusu arttıkça da daha çok kaçınmaya çalışır. Bu arada kendisiyle meşgul olmayı da ihmal etmez. Başkalarının hakkında ne düşündüğünü hesaplar. Ne derece iyi yaptığını, ne kadar doğru, ne kadar yanlış davrandığını düşünür. İnsanların tepkileri üzerine tahminler yürütür. Hiç gerçekleşmeyecek olan kusursuzluk idealini hayallerle besler. Böylece SF iyice kök salar.
Biyolojik Faktörler?■ Beynimizde, nöronlar arasında veri taşıyıcılığı yapan 60 kadar sinirsel aktarıcı (neurotransmitter) olduğu söyleniyor. Bunlardan birkaçı Sosyal Fobi ile ilişkilendiriliyor. Örneğin üzerinde çok durulan sinirsel aktarıcılardan biri serotonin. Sosyal Fobi ile birlikte depresyon ve diğer anksiyete bozukluklarıyla da bağlantısı olduğu düşünülen bu kimyasal maddenin Sosyal Fobi’lilerin beynindeki oranının normalden az olduğu veya iletimde aksaklıklar bulunduğu varsayılıyor.
■ Bu gibi sonuçlardan yola çıkılarak böyle biyolojik faktörler Sosyal Fobi’nin nedeni olarak kabul edilebiliyor. Oysa beyindeki elektro-kimyasal değişiklikleri doğuran da yine bizim düşüncelerimiz olabilir. Ama 'gözlemlenebilir' olan yalnızca maddesel değişiklik olduğu için neden olarak da bu değişikliğin kendisi gösterilebiliyor. Bu nedenin de bir nedeni olsa gerek. Ya da başka bir ifadeyle, bu işleyiş süreci Sosyal Fobi’nin nedenini değil, nasılını açıklar. Eldeki verilere dayanarak serotonin azlığının Sosyal Fobi’ye yol açtığı iddia edilebilir belki ama serotonin maddesini arttıran ya da azaltan temel etken düşünce olamaz mı? Burada bu varsayımı destekleyebilecek çarpıcı bir örneği özetleyerek aktarmak istiyorum. Demiryolu işçisi Nick'in öyküsü: *
Bir yaz günü... Tren işçileri ustabaşının doğum günü nedeniyle bir saat erken bırakılırlar. Nick tamir için manevra alanındadır. Soğutucu vagonun içine girer. İçerden kapıyı yanlışlıkla kapatır ve vagonda kilitli kalır. Kötümser biri Nick. İçeride donarak öleceğinden korkar. Bir kağıda düşündüğü son şeyleri yazar ailesine hitaben: "Çok soğuk, bedenim hissizleşmeye başladı. Bir uyuyabilsem! Bunlar benim son sözlerim olabilir." Nick ertesi gün soğutucu vagonun içinde ölü bulunur. Otopsi onun donarak öldüğünü göstermektedir. Ne var ki soğutucu vagonun soğutma motoru bozuktu, çalışmıyordu. Vagonun içindeki ısı 16 santigrat dereceydi ve vagonda bol hava vardı
En son tarafından Çarş. 30 Ocak 2008, 2:55 am tarihinde değiştirildi, toplamda 2 kere değiştirildi