Kapı çalar...
*
* Sabahın erken saatlerinde. Açarsınız. Sütçünüzdür gelen. Sütçünün
litreliğinden kabınıza dökülen beyazlıkta sabahın güzelliğine kavuşursunuz.
Gözünüzde pırıl pırıl bir sabah kahvaltısı canlanır. İçinizden 'Bugün
kahvaltıyı bahçede yapalım' diye geçirirsiniz.
*
* Kapı çalar...
*
* Gelen postacıdır. Kucağında büyükçe bir paket. Uzattığı kağıda imza
atarsınız. Daha önceden ısmarladığınız kitaplara kavuşmanın sevincini
yaşarsınız. Zaten tatilde olduğunuzdan bu kitaplara çok ihtiyacınız vardır.
'Artık canim sıkılmayacak ' deyip keyiflenirsiniz. En çok merak ettiğinizi
alıp şezlonga uzanırsınız.
*
* Kapı çalar...
*
* Kapıya koşarsınız. Yıllardır görmediğiniz bir dost gelmiştir.
Sevinirsiniz. Sohbetleriniz saatler boyu hatta bütün gün sürer. 'Yaşamak ne
güzel' dersiniz içinizden. Hele böyle dostlar varken.
*
* Kapı çalar...
*
* Dürbünden bakarsınız. Kimseyi göremezsiniz. Dönüp yeniden koltuğa
gömülürsünüz. Bir daha çalar. Bakarsınız, yine kimse yok. Tam o sırada bir
daha çalınca kapıyı açarsınız. Komşunuzun oğlu, elindeki sopayla zile
uzanmakta. Meğer tuzları bitmiş. İçeriden tuz getirirken kendi kendinize
söylenirsiniz. 'Elbette göremem. Keratanın boyu bir metre.' Bu küçük hadise
neşelendiriverir ortalığı.
*
* Kapı çalar...
*
* Düşüp bayılacak kadar şaşırırsınız. Askerdeki oğlunuz haber vermeden izne
çıkmıştır. 'Oğlum benim' diye hasretle kucaklarken göz yaşlarınızı
zaptedemezsiniz. Mutluluğunuz oğlunuzun izni kadar uzar...
*
* Kapının her çalışında sanki mutluluğa koşmaktasınız. Huzur tüter
gözlerinizden. Her sessizlikte kulaklarınız zil sesi arar...
*
* Ve kapı çalmaz...
*
* O gün en büyük misafiriniz gelir. Adeta kapıyı kırmıştır. Alıp gider sizi,
şaşırırsınız. 'Niye haber vermedi?' diye içinizden geçirirken; 'Doğduğundan
beri zile basmaktayım' der.
*
* Bir şeyler söylemek istersiniz o an. Ama o andan sonra diliniz dönmez.
*
* Ölüm sessiz sedasız gelivermiştir...
*
* Can Dündar*
*
* Sabahın erken saatlerinde. Açarsınız. Sütçünüzdür gelen. Sütçünün
litreliğinden kabınıza dökülen beyazlıkta sabahın güzelliğine kavuşursunuz.
Gözünüzde pırıl pırıl bir sabah kahvaltısı canlanır. İçinizden 'Bugün
kahvaltıyı bahçede yapalım' diye geçirirsiniz.
*
* Kapı çalar...
*
* Gelen postacıdır. Kucağında büyükçe bir paket. Uzattığı kağıda imza
atarsınız. Daha önceden ısmarladığınız kitaplara kavuşmanın sevincini
yaşarsınız. Zaten tatilde olduğunuzdan bu kitaplara çok ihtiyacınız vardır.
'Artık canim sıkılmayacak ' deyip keyiflenirsiniz. En çok merak ettiğinizi
alıp şezlonga uzanırsınız.
*
* Kapı çalar...
*
* Kapıya koşarsınız. Yıllardır görmediğiniz bir dost gelmiştir.
Sevinirsiniz. Sohbetleriniz saatler boyu hatta bütün gün sürer. 'Yaşamak ne
güzel' dersiniz içinizden. Hele böyle dostlar varken.
*
* Kapı çalar...
*
* Dürbünden bakarsınız. Kimseyi göremezsiniz. Dönüp yeniden koltuğa
gömülürsünüz. Bir daha çalar. Bakarsınız, yine kimse yok. Tam o sırada bir
daha çalınca kapıyı açarsınız. Komşunuzun oğlu, elindeki sopayla zile
uzanmakta. Meğer tuzları bitmiş. İçeriden tuz getirirken kendi kendinize
söylenirsiniz. 'Elbette göremem. Keratanın boyu bir metre.' Bu küçük hadise
neşelendiriverir ortalığı.
*
* Kapı çalar...
*
* Düşüp bayılacak kadar şaşırırsınız. Askerdeki oğlunuz haber vermeden izne
çıkmıştır. 'Oğlum benim' diye hasretle kucaklarken göz yaşlarınızı
zaptedemezsiniz. Mutluluğunuz oğlunuzun izni kadar uzar...
*
* Kapının her çalışında sanki mutluluğa koşmaktasınız. Huzur tüter
gözlerinizden. Her sessizlikte kulaklarınız zil sesi arar...
*
* Ve kapı çalmaz...
*
* O gün en büyük misafiriniz gelir. Adeta kapıyı kırmıştır. Alıp gider sizi,
şaşırırsınız. 'Niye haber vermedi?' diye içinizden geçirirken; 'Doğduğundan
beri zile basmaktayım' der.
*
* Bir şeyler söylemek istersiniz o an. Ama o andan sonra diliniz dönmez.
*
* Ölüm sessiz sedasız gelivermiştir...
*
* Can Dündar*